Paylaş
Çünkü çok daha önemli gelişmeler söz konusu. Örneğin aşağıda sayacağım bütün gelişmelerin 4 Kasım günü olması, sizi bilmem ama benim için tesadüften fazlası:
- Suudi Arabistan yönetimi bir tutuklama ve tasfiye rüzgârıyla sarsıldı. Yalnızca dünyanın en zengin adamlarından, dünyanın kadınların en hiçe sayıldığı ülkesini koyu bir taassupla yönetirken kendisi Batı uygarlığının her nimetinden müsrifçe yararlanan bin Talal değil, örneğin saray muhafızlarının güçlü komutanı dâhil pek çok isim gitti. Görünüşteki gerekçe yolsuzluk operasyonuydu; o kurulun başındaysa Veliaht Prens Muhammed bin Selman vardı. Bu hamlenin veliaht prensin gelecek hamleleri önündeki engelleri temizlemeyi amaçladığı yorumları yapılıyor.
- Aynı gün Lübnan Başbakanı Saad Hariri, Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da düzenlediği basın toplantısıyla görevinden istifa ettiğini duyurdu. Daha önce pek örneği görülmemiş bu istifasının gerekçesi olarak da İran’ın Hizbullah üzerinden ülkesini kontrole almaya çalışmasını gösterdi; “Sonumun babam gibi olmasını istemiyorum” dedi. Babası Refik Hariri başbakan iken 2005’te bombalı saldırıyla öldürülmüştü; ancak 2014’te açılan suikast davasında iddianame Hizbullah üzerine kurulmuştu.
- Aynı gün Riyad’a bir balistik füze saldırısı düzenlendi. Açıklamaya göre füze havadayken (bir ihtimal Patriot füzeleri ile) imha edilmiş can kaybına yol açmamıştı. Saldırıyı Yemen’de Suudi Arabistan ile savaşmak için İran’dan destek alan Huti milislerinin üstlendiği duyuruldu.
- Hariri’nin istifasına ilk tepki verenlerden birisi Londra’da bulunan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu oldu. Netanyahu’ya göre bu istifa “Suriye’yi de Lübnan’a çevirmek isteyen İran’ın saldırganlığına karşı” önlem alınması doğrultusunda dünya için bir uyarı işareti sayılmalıydı. Netanyahu geçenlerde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşerek, Suriye’de Beşar Esad rejimini savunmak için savaşan binlerce İran devrim muhafızı ve Hizbullah güçlerinin İsrail sınırına yaklaşmalarına engel olmasını istemiş, aksi takdirde kendisinin harekete geçeceğini söylemişti.
- İran bu sözlerin altında kalmadı. Önce Dışişleri Sözcüsü Behram Kasemi, Hariri’nin “Siyonist rejim, Suudi Arabistan ve Amerikalıların sahte ve temelsiz suçlamalarının tekrarı” olduğunu söyledi. Ardından İran’ın dini lideri Ali Hamaney’in danışmanı Hüseyin Şeyh ül-İslam, Hariri’nin istifa konuşmasının “ABD Başkanı Donald Trump ve Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın planlaması” eseri olduğunu öne sürdü.
Bu gelişmelerin ne kadar birbiriyle bağlantılı olduğunu açıklamak için şu ayrıntıyı da eklememiz gerekiyor: Hariri istifasından bir gün önce, 3 Kasım Cuma günü Beyrut’ta İran dini Lideri Hamaney’in özel temsilcisi (ve eski İran Dışişleri Bakanı) Ali Ekber Velayeti ile görüşmüştü. Velayeti aynı gün Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ile de Beyrut’ta bir araya gelmişti. Öyle anlaşılıyor ki, Hariri bu görüşmelerin ardından ülkesini terk ederek Suudi Arabistan’a gitti ve orada Suud yetkilileriyle görüştükten sonra istifasını açıkladı.
Türkiye’de ise Beştepe bu gelişmeyi şimdilik Suudi Arabistan’ın iç siyaseti olarak değerlendirmek suretiyle belli bir mesafede kalarak tahlil etmeye çalışıyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sözcüsü İbrahim Kalın NTV yayınında şunları şöyledi:
- “Zihniyet yapısı nasıl değişecek? Bununla ilgili adımlar atmaya çalışıyorlar. Yeni bir kral ve sonrasıyla ilgili bir takım siyasi düzenlemeler yapılıyor. Bir 2030 vizyonu var. Umarız Suudi Arabistan'ın barışına katkı sağlayacak bir süreç yaşanır burada.”
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ise bölgesel güvenlik perspektifi içinde ama temkinle yaklaştı konuya:
- “Orta Doğu’daki gerilim büyüme eğilimi taşıyor. Türkiye’nin çıkarı bölgede yeni bir çatışmanın çıkmasını önlemeye katkı vermeyi gerektirir. Türkiye’nin bu çatışmaya taraf olmadan, dikkatli ve barışçıl politika izlemesi lazım. Son yıllarda Türkiye’nin Orta Doğu’daki görünümü yıpranmış olsa da, akılcı bir tutumla bu güven de yeniden tesis edilebilir.”
Kılıçdaroğlu, 1980’lerde İran-Irak savaşı sırasında Turgut Özal’ın izlediği aktif tarafsızlık siyasetinden de örnek veriyordu.
Suudi Arabistan’da olanlar görüldüğü gibi Suudi Arabistan’ın sınırlarını aşan özellikler taşıyor. Ne olup bittiğini daha iyi anlayabilmek için konuyu birbiriyle ilintili üç koldan analiz etmekte yarar var.
- Müslüman Kardeşler: Arap Baharıyla birlikte Mısır’da 2012’de Müslüman Kardeşler (İhvanı Müslimin) destekli Muhammed Mursi’nin seçilmesi Suudi Arabistan ve onun gibi İhvanı (tıpkı Türkiye’nin PKK’yı, IŞİD’i gördüğü gibi) terörist sayan pek çok Arap yönetimini tedirgin etti. ABD’nin perde arkası desteğiyle önce Katar’da bir saray darbesiyle babasının yerine Temim El Sani geçti, bir hafta kadar sonra da Suud destekli Genelkurmay Başkanı Abdülfettah Sisi 3 Temmuz 2013’te bir darbeyle yönetimi ele geçirdi.
İhvanın Mısır’da devrilmesi Suriye’de Esad’a karşı İhvan merkezli başlayan ayaklanmayı çökertti, o boşlukta El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra ve IŞİD güç kazanmaya başladı. Ancak o süreçte ABD, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar arasında kurulan koalisyon da çözülmeye başladı. Türkiye ve ABD’nin arası PKK/PYD yüzünden, Suud ve Katar’ın arası da İhvan yüzünden 2014’te açılmaya başladı.
O boşlukta İran’ın ısrarıyla Rusya 2015’te Suriye’ye ağırlığını koydu. Gelişmeler, 2017 Haziranında Suudi Arabistan, Mısır ve destekçilerinin Katar’a ültimatom verdiği krize dek evrildi. Türkiye’nin desteğini alan Katar Emiri, koltuğunu korumak için Müslüman Kardeşlere doğrudan desteğini kesmeye başladı. Bu süreçte İhvan’ın en önemli dayanaklarından Gazze’deki Hamas yönetimi, İsrail’i tatmin etmese de uzlaşma adımı attı ve Mısır istihbaratının devreye girmesiyle Ramallah’taki Filistin hükümetiyle anlaşma yolunu seçti.
Bu uzun özetin kısası, Arap Baharından bu yana Suud yönetiminin Müslüman Kardeşlere karşı üstünlük sağladığı ama Amerikalıların ısrarıyla kendi ev temizliğini de yapmak zorunda kalmalarıdır.
- Suud’da ev temizliği ve dönüşüm: Yaşlı Kral Abdullah 23 Ocak 2015’te ölünce yerine kendisi de 80 yaşına gelmiş Kral Selman geçti. Selman’ın ilk köklü icraatı, 12 Aralık 2015’te kadınlara yerel seçimlerde oy kullanma hakkı vermesi oldu. Dünyanın en zengin petrol ve gaz yataklarından birisine sahip olmasına rağmen ekonomik kriz eşiğindeki krallıkta yapılan en köklü değişikliklerden birisi de ekonomik zorlamayla yapıldı: Suudi Arabistan, resmi işlerde, devlet bürokrasisi ile sınırlı olsa da 3 Ekim 2016’da Gregoryen takvime geçti. (Bu gelişme, yani Suudi Arabistan’ın da Türkiye’nin Atatürk önderliğinde Cumhuriyetin ilk yıllarında yaptığı gibi Miladi takvime geçmesi Türkiye’de dikkatlere pek getirilmedi.) Bu takvim değişikliği Suud ekonomisinin küresel ekonomiye göre her yıl kaybettiği tam 11 günden tasarruf edeceklerini hesaplaşmışlar.
Sonra asıl dönüşüm adımı geldi: Katar krizi zirvedeyken 21 Haziran 2017’de Kral Selman yeğenini azlederek Veliaht Prensliğe 31 yaşındaki oğlu Muhammed bin Selman’ı getirdi. Veliaht prens 26 Eylül’de Suudi Arabistan’ın yüz karası uygulamalardan birine son vererek kadınlara araç kullanma yasağını –kademeli olarak da olsa- kaldırdı. Dahası, 24 Ekim 2017’de Müslümanlığın en katı yorumlarından olan (ve Amerikalıların gelinen noktada terörist hareketlerin doğumundan sorumlu tutmaya başladığı) Vahabiliğin yerine “ılımlı İslamı” esas almayı hedeflediklerini söyledi.
- Dış düşman ihtiyacı ve İran: Burada İbrahim Kalın’ın vurguladığı “iç barış” konusuna başka açıdan yaklaşabiliriz. Bir yandan Müslüman Kardeşleri ile iç mücadele, bir yandan çok partili yapının olmadığı ülkede aşiretler ve prensler arasındaki saray kavgaları ve diğer yandan köklü reformların hayata geçirilmesi, milli birlik ve beraberlik ruhunu ateşlemeyi, dolayısıyla bir dış düşmanın varlığını gerekli kılıyor. O da zaten hazır: İran.
Suudi Arabistan’ın örneğin Irak’taki Kürt referandumuna şiddetle karşı çıkmasının bir nedeni de o. Birincisi, kendisini Arap ve Müslüman dünyasının önderi sayan Suud hanedanı, bir Arap ülkesinin Arap olmayanlar tarafından bölünmesini kabul etmez. İkincisi, Irak bölünürse, İran etkisindeki –deyim yerindeyse- Basra körfezi bir “Şiistan”a dönebilir, Üstelik Suudi Arabistan’ın Irak, Kuveyt sınırında, zengin petrol ve gaz kaynaklarının bulunduğu Dahran bölgesinde ağırlıkla Şiiler yaşıyor.
Dolayısıyla hem Sünni-Şii eksenindeki zıtlaşma, hem de İran’ın fazlasıyla yayılmacı halleri, Suudi Veliaht Prensin eline fazlasıyla işlevsel malzeme veriyor.
Biraz uzun oldu ama derdimizi anlatabildik sanırım biraz.
Suudlar, hem terörist hareketlere el altından verdikleri destekten kendi ağızları da yanmaya başladığı için, hem de petrol devrinin bitmekte olduğunu görmeye başladıkları için, petrol parası destekli Vahabi yayılmacılıktan vazgeçmeyi tartışmaya başlamış görünüyorlar.
Bu Türkiye’yi de elbette etkileyecektir. Örneğin, yalnızca Türkiye değil, Balkanlardan Kafkaslara, sahili Afrika’dan Orta Asya’ya dek Vahabilik propaganda ve örgütlenmesine vesile olan Rabıta sistemine devam edecek mi Riyad? Washington bunu desteklemeye son verecek mi? Dolayısıyla bir yandan Suud-İran çatışmasına yol açabilecek gelişmelerin, diğer yandan köklü dönüşümlerin eşiğinde olabiliriz.
Nasıl? Daha çok petrol ve gaz var, petrol devri bitmez mi? Öyle mi gerçekten?
Taş devri, hanımlar, beyler, taş bittiği için bitmedi.
SON 24 SAATTE YAŞANANLAR
Paylaş