Paylaş
Ne diyordu hükümetin 24 Aralık’ta yürürlüğe aldığı 696 sayılı kararname?
Aynen şunu diyordu: "Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır." Birinci fıkra hükümleri de yargı muafiyeti getiriyordu.
Bu ifadeyi okuyan herhangi birisinin buradan, bundan böyle “terör niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden” kişilerin, o eylemin bastırılması sırasında insan da öldürseler, gasp da yapsalar bundan sorumlu tutulmayacağı sonucunu çıkarması mümkün. Bunlar kiralık çeteler de olabilir, nasıl olsa ceza almayacağı garantisiyle siyasi hasımlarına zarar vermek isteyen art niyetli kişiler de.
Ve özellikle bugünün Türkiye’sinde “terör eylemi” kapsamı hayli esnetilmiş, özünden çoktan çıkmış durumdadır. Dün Cumhuriyet gazetesi davasında tutukluluk halleri devam ettirilen gazeteci arkadaşlarımız da terör suçlamasıyla yargılanmaktadır, örneğin bir siyasi parti seçim konuşmasında 17-25 Aralık iddialarından bahis de sınırlar zorlanarak “terör eylemi” sınıfına sokulabilir ve o mitingin “bastıranlar” elini kolunu sallayarak “kahraman vatan evlatları” sıfatıyla oradan gidebilir.
Yalnızca bu maddenin Türkiye’yi “iç savaşa” sürükleyebileceğini söyleyen İYİ Parti genel başkanı Meral Akşener değil, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’dan parti yönetimlerini olağanüstü toplayan CHP ve HDP’ye, TÜSİAD’a kadar her kesim ve görüşten kişi ve kuruluş bu maddenin yol açabileceği tehlikelere işaret etmiştir. CHP Anayasa Mahkemesine gideceğini açıklamıştır ve hukukçuların –Olağanüstü Hal koşulları değil de- normal koşullar altında Anayasa Mahkemesinin iptal kararı alması gerektiğinden kuşkuları görünmemektedir.
Nitekim Mahir Ünal’ın kararnamenin yalnızca 15-16 Temmuz 2016 günleriyle sınırlı olduğunu söylemesine karşın On birinci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Twitter hesabından şu mesajı yayınlamıştır:
“15 Temmuz hain darbe teşebbüsüne karşı arkasına bakmadan sokağa çıkıp direnen kahraman vatandaşlarımızı koruma amacıyla çıkartıldığını düşündüğüm 696 sayılı KHK’nın yazımındaki hukuk diliyle bağdaşmayan muğlaklık, hukuk devleti anlayışı açısından kaygı vericidir. İlerde hepimizi üzecek olaylara ve gelişmelere fırsat vermemek için gözden geçirileceğini ümit ediyorum.”
Gerek Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, gerekse Başbakan Binali Yıldırım’ın neden şimdiye kadar belli kesimlerde sınırlı kalan tepkilerin bu konuda yaygınlaşıp sabrı taşırdığı konusunu değerlendirmesinde yarar var.
Bu kadar geniş olmasa da toplumsal barış adına tepki toplayan bir diğer konu da mahkemelerde tutuklulara tek tip elbise giydirilmesi kararı oldu.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu karar hakkında 15 Temmuz mağduru ailelerin, sanıkların mahkemeye kravatlı ceketli gelmesinden rahatsız olduğunu söylemişti. Bir de “Here” tişörtü hadisesi vardı önceden. Şimdi 696 sayılı kararname ile hırsızlar, tecavüzcüler, yüz kızartıcı suç işleyenler olmasa da “terör sanıkları” mahkemeye tek tip kıyafetle getirilecek.
Ama dedik ya, terör kavramı çok genişletildi Türkiye’de… Örneğin dünkü Cumhuriyet davasında tutukluluğu devam ettirilen gazeteci meslektaşlarımızın bu durumda mahkemeye tek tiple getirilmesi gerekebilecek.
HDP eş-başkanı Selahattin Demirtaş da mesela 13 aydır hâkim karşısına çıkarılmadan tutuklu ve onun da tek tip giymesi istenecek. Demirtaş’ın ilk tepkisi “faşizme boyun eğmeyeceği ve tek tip giymektense kefen giyeceği” olmuş.
Bu tek tip konusu geçmişte çok soruna yol açmıştı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi ardından bu nedenle cezaevlerinde ölümcül açlık grevlerine gidildi, mahkemelerde soyunma eylemleri yaşandı. Danıştay’ın 1989’da aldığı bir kararla uygulamaya son verilmişti. Tarih hatalarla tekrarlanmamalı.
Paylaş