Paylaş
Dün görevi Volkan Bozkır’dan devralırken öyle bir cümle sarf etti ki, Avrupa başkentlerinde anında yankılandı.
“Türkiye için AB perspektifi çok önemlidir” dedi Çelik, “Ama yegâne seçenek değildir.”
Bu söz mutlaka durduk yerde ortaya çıkmadı.
Daha bir gün öncesinde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, AB’nin vizesiz seyahat imkânı tanımaması halinde, Türkiye’nin de AB ile bütün anlaşmaları bir kenara koyacağını söylemişti; burada Gümrük Birliği iması da vardı.
Dışişleri Bakanından birkaç saat sonra da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bir süredir tekrarladığı “Vize yatarsa, göçmen anlaşması da yatar” yaklaşımında çıtayı biraz daha yükselten açıklamasını yaptı: Göçmen geri kabul anlaşması Meclis’ten çıkmazdı.
Şimdi, işin Cumhurbaşkanı yetkileri konusuna hiç girmeyelim, çünkü eğer Erdoğan’ın hükümet işlerinden sonra Meclis’teki AK Parti grubu üzerinde doğrudan ilk sözü sarf etmesine girersek konu dağılacak.
Ama bütün bu açıklamalar, Türkiye’nin AB’nin vizesiz seyahat imkânı tanımaması halinde göçmen anlaşmasını askıya alacağını gösteriyor.
Erdoğan’ın daha önceki “Gitmek isteyen olursa arkalarından el sallarız” sözü AB liderlerinin kabusu olmuş durumda.
Peki. Ömer Çelik haklı mı, haksız mı? Bu sözüyle Türkiye’nin AB olmazsa başka bir birlik içine gireceği, ya da kuruluşunda bulunacağını mı kastediyor?
Muhtemelen hayır. Çünkü ne görünürde öyle bir ihtimal var, ne de ortada AB’den daha iyi bir seçenek.
Öte yandan Türkiye bugüne kadar AB üyesi olarak gelmedi, elli küsur yıldır bekleme odasında tutuluyor. Türkiye’ye bu konuda destek olan İngiltere’nin başbakanı David Cameron, ülkesinde AB’den çıkış üzerine 23 Haziran’da yapılacak halkoylamasında “Türkler geliyor” propagandasını engellemek için “Daha onlarca yıl mümkün değil” açıklamasını yaptı.
Türk halkı ve yönetimindeki yaygın kanı da AB’nin görülebilir gelecekte Türkiye’yi üye olarak almayacağı yönünde.
Ama AB ile ilişkilerin kesilmesi de istenmiyor. Çünkü Türkiye’nin hem siyasi, hem de ekonomik demokratikleşmesi bakımından en önemli motivasyon AB ile bağlantıda kalınıyor olması.
Düşünsenize, Türkiye’nin Meclis tarafından “Ulusal Program” adıyla kabul edilmiş tek siyasi stratejisi bir gün AB üyesi olmak.
Türkiye’nin dış ticaretinin yaklaşık yarısı AB ülkeleri ile; hem de katma değeri yüksek yarısı.İçinde bulunduğumuz zor dönemde Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin iyi olduğu dönemde, 2000’lerin başında atılmış demokratikleşme adımlarının geriye gitmesi endişesi var; yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü gibi konular dâhil.
Evet, Türkiye AB’ye muhtaç değil, tek seçeneği AB değil, ama görünürdeki en iyi seçenek de AB ile ilişkiyi sürdürmek.
Peki, AB’nin göçmen kriziyle başa çıkmada Türkiye’den başka seçeneği var mı?
Hayır, görünürde yok.
Bulgaristan gibi, modern zamanların en başarılı barış ve kalkınma projesi olan AB bünyesinde göçmenler gibi insani bir sorunu Türkiye sınırına dikenli tel döşeyerek aşmanın imkânı olmadığını biraz sağduyulu düşünen herkes görebilir.
Bunu Almanya Başbakanı Angela Merkel görüyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile 23 Mayıs’ta İstanbul’da yaptığı görüşme ardından yaptığı açıklamalar hem göçmenler konusunda Türkiye ile anlaşma dışında elde başka seçenek olmadığını, hem de Türkiye-AB ilişkilerinin kopmaması gereğini gördüğünü gösteriyor.
Ankara’yı çileden çıkaran konu, malum, bir yandan PKK, bir yandan IŞİD ile kanlı bir mücadele devam ederken, terörizmin tanımı gibi AB mevzuatında dahi açık olmayan bir konuda engel çıkarılması.
Merkel’in bu sorunu, işi zamana ve kademeli geçişe yayarak aşabileceği yolunda bir beklenti ortaya çıkmış durumda.
Diğer AB liderleri de Türkiye ile göçmen anlaşmasının iptali ve yeniden göçmen akımının başlamasıyla ortaya çıkabilecek sorunların yanında, Türklerin vizesiz seyahatiyle yaşanabilecek sorunların solda sıfır kalacağını görürlerse kriz kendiliğinden çözülecektir zaten.
Paylaş