Paylaş
Trump 21 Eylül olarak açıklanan görüşmesi öncesinde dün akşam resmi yemekte de samimi pozlar verdi Erdoğan ile.
Peki, bu gelişmeler Erdoğan ile Trump arasında buzların eridiğine mi işaret ediyor?
Yani Erdoğan, Vladimir Putin ile S-400 füzeleri konusunda anlaşmak üzere olduğunu açıkladı diye Trump birden yelkenleri suya mı indirdi? (Tabii bu soruyu sorarken, görüşme öncesi Rus mali polisinin Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı binasını yapan ve Rusya’daki en büyük inşaat şirketlerinden olan Rönesas’ın St Petersurg binasını basmış olmasını göz ardı etmememiz gerekiyor. Tesadüf mü diyelim?)
Yani Türkiye’ye teşekkür, samimi yemek sohbeti ve çok sayıda lidere verilmeyen özel görüşme randevusu işlerin rayına girdiğine mi işaret ediyor?
Mesela 15 Temmuz askeri darbe girişiminin arkasında yer almakla suçlanırken Pennsylvania’da oturmaya devam eden Fethullah Gülen hakkında yasal işlem yapılması için harekete mi geçecek Amerikan Başkanı?
Ya da Zafer Çağlayan hakkındaki tutuklama kararının kaldırılması için?
Ya da Erdoğan’ın korumaları hakkındaki tutuklama kararının kaldırılması için Amerikan devleti şikâyetinden vaz mı geçecek?
Kongrede korumalara tabanca satmayalım sesleri yükselirken NATO uyumu Patriot füzeleri satmaya karar verip, bir de Türkiye’nin haklı olarak talep ettiği teknoloji transferi yapmaya razı mı olacak?
Veya Erdoğan’ın NATO müttefiki Türkiye’ye satmaya yanaşmadığı silahları nasıl olup da PKK’nın Suriye kolu PYD’ye verdiklerini sorgulaması karşısında hatasını anlayıp o işten vaz mı geçecek?
Böylelikle Türkiye’nin İran ile birlikte hem IŞİD, hem PKK’ya karşı savaşta, ayrıca İsrail’in destek verdiği Irak’taki Kürt bağımsızlık referandumuyla mücadelede işbirliğini engellemeye mi çalışacak?
Bu sorulara “Evet” yanıtı verebiliyorsak ne ala. Veremiyorsak Trump’ın teşekkürüne, samimi pozlarına, randevulaşması ne anlama geliyor?
Öyleyse neler mi oluyor?
Buyurun beraber bakalım.
Trump konuşmasında, evet Venezuela’ya da çattı ama iki ülkeyi hedefe koydu: Kuzey Kore ve İran.
Kuzey Kore konusunda Türkiye’nin farklı bir tutumu yok ABD’den. Hatta Türkiye bugün hala Batı ittifakının bir parçası ise bunu 1950’de Başbakan Adnan Menderes’in Kuzey Kore’ye karşı savaşmak üzere Güney Kore’ye asker göndermesine ve orada can veren 721 Kore şehidine borçlu.
Hatırlayacaksınız, Mayıs ayındaki buluşmalarında Trump Kore silah arkadaşlığını vurgulamıştı; bu hem “dost ve müttefikliğin” köklerine, hem de bu ilişkinin gelip dayandığı sınırlara işaret eden bir ifadeydi.
Erdoğan da konuşmasında Kuzey Kore’nin füze çılgınlığını kınadı, nükleer silahlanmaya da karşı olduğunu vurgulayarak Trump’ın duymak istediklerini söyledi.
Geriye İran kalıyor.
Trump dün bütün dünyayı, ama özellikle “dost ve müttefiklerini” İran’a karşı, kendi sözleriyle “İsrail ve komşularını tehdit eden İran’a karşı” birlik olmaya çağırdı.
Bu sözleri BM Genel Kurul salonunda konuşma sırasını bekleyen İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu mest etmekle kalmadı, İsrail heyeti tarafından alkışla karşılandı.
Netanyahu, Erdoğan’dan birkaç sıra sonra kürsüye çıkınca Trump’ın konuşmasını “son 30 yıldır BM’de dinlediği en iyi konuşma” olarak övdü, Trump’tan tam destek almanın verdiği cesaretle “Her gün bizi yok etmekle tehdit ediyorlar” dediği İran’ı kendisi tehdit etti. Hatta Farsça sözlerle İran halkına sorununun İran rejimiyle olduğunu söyledi.
Oysa Türkiye, Suriye’de PKK’nın özerlik, Irak’ta KDP’nin bağımsızlık girişimlerine karşı İran ile yakınlaşıyor. Erdoğan New York’a yola çıkmadan önce kendisinin ve Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın İran ziyaretini ilan etti.
Türkiye’nin Suriye siyasetini değiştirerek Rusya ve İran ile birlikte başlattığı Astana sürecinde “Çatışmasızlık bölgeleri” oluşturmaya başlamasında kuşkusuz en büyük etken, ABD’nin 2014 Kobani’den itibaren PKK ile kurduğu fiili irtibat sonucu ortaya çıkan varoluşsal güvenlik tehdidi oldu. Şimdi bu resme İsrail de girdi ve yine Trump desteği söz konusu.
Trump’ın niyeti ne? İç politikada kaybettiği zemin kaybını finans ve medya dünyasında etkili İsrail lobisinden tam destek alarak Demokratları ters köşeye düşürerek telafi etmeye mi çalışıyor?
Velev ki öyle… Her durumda dün itibarıyla Türkiye’nin bölgesindeki manevra sahasını da etkileyecek yeni bir eksen ortaya çıktığını görmemiz gerekiyor.
ABD Başkanı sadece İsrail ile değil, Suudi Arabistan ve Mısır ile birlikte, Suriye iç savaşı sayesinde Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’e yeniden giriş yapan Rusya’ya karşı bir eksen oluşturuyor. Asli kaygısı koltuğunu korumak olan Katar Emiri Temim el Sani’nin bu eksene fazla direnmeyeceği belli oldu.
Emir, Suud ve Mısır baskısıyla Müslüman Kardeşlere desteğini keserken, adeta BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi batılı ülkelere rüşvet dağıtır gibi dev silah anlaşmaları yapıyor. En son İngiltere’den aldığı 24 Typhoon savaş uçağı her halde acil ihtiyacından kaynaklanmıyordu.
Ama aynı sırada ve bu “aynı sırada” saptamasına İsrail’in Mesud Barzani’ye verdiği bağımsız Kürdistan desteğini de ekleyerek söyleyelim, Hamas Mısır istihbaratının gözetiminde El Fetih karşısında geri adım atıp Gazze’deki özerk yönetimi dağıtacağını açıkladı.
Tesadüf mü? Bu kadar tesadüf fazla değil mi?
Giderek Çin ile stratejik ortaklığa yönelen Rusya’nın buna seyirci kalacağını düşünmek saflık olur. (Bu arada Yunanistan’ın Pire ve Selanik limanlarını satın alan Çin’in de bir Akdeniz gücü haline gelmeye başladığına dikket eden var mı? Boğaz’da Çin savaş gemileri görmeye başlamamız tesadüf mü peki?)
Yeni ittifak eksenleri kurulması, bir yandan Suudi Arabistan ve İsrail’in ABD yönetimiyle aynı eksende yer alması, diğer yandan Rusya ve Çin ekseni ister istemez bölgenin siyasi atmosferini değiştirecek, değiştirmeye başladı bile.
Dış politika, değişen koşullara göre ulusal çıkarlarını koruma sanatı ise Türkiye’nin de dış politikasını bu koşulları göz önüne alarak güncellemesi gerekiyor.
Bu konuda en büyük sorumluluk, hatta tek sorumluluk da 16 Nisan referandumundan itibaren yürütmenin tek sahibi haline gelmekte olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a düşüyor.
Her biri doğal olarak kendi çıkarlarını koruyan “dost ve müttefik” devlet ve devlet-dışı aktörlerden önce doğal olarak Türkiye’nin çıkarlarının korunması esas olacaktır; beklenen budur.
Paylaş