Paylaş
Ben ediyorum.
Çünkü ben de sabah yürüyüşlerim sırasında izliyorum o gemilerin bir Karadeniz'e, bir Marmara yoluyla Akdeniz'e geçişlerini.
Özellikle de Rus uçağı Suriye sınırında düşürülüp ilişkiler dibe vurduktan sonra, o gemiler Suriye'ye silah, cephane, araç ve asker taşımaya devam ediyordu.
Ama Türkiye bunu engelleyemiyordu; 1936 Montreaux (Montrö) anlaşmasına göre, savaş hali dışında Karadeniz'e sahili olan her ülke gibi Rusya'nın da geçiş hakkı vardı. Üstelik, ABD'den gelen bütün telkinlere karşın altında Başbakan İsmet İnönü ve Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün imzaları bulunan anlaşmanın bu haliyle Türkiye'nin çıkarlarını (tam istediği gibi olmasa da) hala koruduğuna o da inanıyordu.
O gemiler, Suriye hava sahasını Türkiye'ye (Geçtiğimiz Haziran'daki barışmaya dek) yasaklayan Rus uçaklarının bulunduğu (Lazkiye yakınlarındaki) Hmeymim Üssü'ne malzeme taşıyordu.
Dün sabah Rusya'dan bir kaza haberiyle uyandık.
Soçi'den Kalkan bir askeri nakliye uçağı Karadeniz'e düşmüş, 92 kişiden kurtulan olmamıştı.
Ankara, anında taziye mesajlarını iletti, olması gereken buydu.
Kaza Türkiye'de samimi bir üzüntüye de neden oldu.
Çünkü ölenler arasında Türkiye'de de tanınan ve sevilen Kızıl Ordu Orkestra ve Korosu üyeleri vardı. En son Tarkan'ın 'Oynama şıkıdım şıkıdım' şarkısını Türkçe söylemişlerdi.
Sovyetler döneminde kurulan ama bir Rus değeri olarak korunan Kızıl Ordu Korosu, Hmeymim Üssü'ndeki Rus askerlere moral için Noel konseri vermeye gidiyorlardı.
Ama kimse bunun üzerinde durmadı bile, iyi de yaptılar.
Bunun nedeni sadece sevilmeleri ve ölenlerin anısına saygı değil aynı zamanda şu ara Rusya ile yakınlaşma siyasetine kesinlikle ters düşecek olmasıydı.
Rusya ile İlişkiler gerçekten çok hassas bir aşamada.
O kadar ki, Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin, 19 Aralık'ta Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov'un bir polis memuru tarafından öldürülmesi ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açtığı telefonu takiben, saldırının Türk-Rus yakınlaşmasını hedeflediğini ama engellenemeyeceğini söyledi.
Nitekim Türkiye-Rusya-İran Dışişleri Bakanları Toplantısı, planlandığı üzere ertesi sabah, 20 Aralık'ta Moskova'da yapıldı.
Üç ülke de diğer (Suriye rejimi gibi konulardaki ayrılığın öne çıkarmadan) Suriye'de terörle mücadeleye ağırlık vermek üzerinde anlaştılar. Ve Suriye üzerinde Cenevre görüşmelerinden önce bir defa da Kazakistan'ın başkenti Astana'da buluşmak üzere.
Türkiye zaten Halep örneğinde Suriye siyasetindeki değişimi göstermişti. Desteklediği Ahrar üş-Şam ve Türkmen Tugayları içindeki El Nusra ve benzeri cihatçı unsurları ayıklamak ve diğerlerini Rusya kontrolündeki tahliye operasyonuna seferber etmek bunun bir parçasıydı.
O arada Rusya'nın istese Suriye'deki ateş kes anlaşmasını açıkça ihlal eden, sivillere saldıran Suriye ordusunu durdurabileceğini biliyordu; ama sabretmesi seçti.
Rusya da kendisine düşeni yapıyor şu anda Ankara'nın gözünde.
Moskova'nın ve onun güdümündeki Şam'ın görmezden gelmesi dışında Türkiye'nin Suriye'deki Rus yapımı gelişmiş savunma sistemlerine aldırmadan El-Bab'taki karmaşık kara-hava harekatını sürdürmesi mümkün değildir.
Erdoğan için daha da önemlisi Putin'in 23 Aralık basın toplantısında, 24 Kasım 2015'te Rus uçağınızın düşürülmesi talimatının Türk hükümeti tarafından verilmemiş olabileceğini hesaba kattığını söylemesi.
Üstelik zamanın başbakanı Ahmet Davutoğlu'nun harekatın kendi görevlendirmesiyle yapıldığını söylemiş olmasına rağmen.
Ama Ankara'nın 15 Temmuz sonrası inancı, o uçağın pilotuna düşür emri veren komutanın ve belki pilotun da Fethullahçı olabileceği yönünde. Türkiye'nin 2015 Haziran başında, yani daha yaygın IŞİD ve PKK saldırıları başlamamışken ABD önderliğinde IŞİD-karşıtı koalisyonun kullanımına açtığı İncirlik Üssü komutanı, darbe girişimi ardından önce iltica etmeye kalkışmış, sonra tutuklanmış durumda.
Ayrıca Putin'den bir gün önce Erdoğan, Türk ve Rus uzmanların çalışması gitmemekle birlikte işaretlerin, çatışmada öldürülen 22 yaşındaki katil polis memuru Mevlüt Mete Altıntaş'ın Fethullahçı bağlantılarını gösterdiğini söyledi.
Bunun bir gece öncesinde ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'na, sırf Fethullah Gülen ABD'de yaşıyor diye, Karlıova suikastinde Amerikan parmağı arayan demeçlerden rahatsızlık ilettiğini, Çavuşoğlu'nun da Gülen bağlantısı işaretleri olduğu cevabını biliyoruz.
Putin'in sözleriyle aynı gün ABD'nin Ankara Büyükelçisi John Bass'ın NTV mülakatı var.
Türkiye'nin El-Bab harekatı sorulan Bass, bir PYD koridoru oluşumunu ABD yönetiminin de desteklemediğini söyledi.
Bu ifade Ankara tarafından hem yetersiz, hem de çok geç bulundu.
Evet, hem Türkiye, hem Rusya ABD'yi görüşmeleri hakkında bilgilendiriyordu, ama ABD belli ki bu yakınlaşmadan rahatsızdı.
Nitekim Bass mülakatında adeta Türkiye'ye Rusya'nın güvenilmezliğini anlatmak istercesine konuşuyordu. Bir komşu ülkeyi (Ukrayna) işgal ve bir parçasını (Kırım) ilhak eden Rusya değil miydi? Ayrıca kendileri Türkiye'nin IŞİD'in yasa dışı petrol ticaretine yardım ettiği iddialarının asılsız olduğunu kabul etmişlerdi ama, Rusya daha etmemişti.
Netice şu: ABD yönetimi Barack Obama'nın asker göndermeyip kendisi için savaşıp ölmeye hazır asker bulma siyaseti çerçevesinde PYD-PKK ile tehlikeli bir yakınlaşma ve işbirliğine girdi, ama şimdi bunun kendisi için olumsuz sonuçlarını görüyor.
Nitekim geçen hafta konuşan Obama'nın eski kara Kuvvetleri komutanı, çuvalcı general Raymond Odierno, bu siyasetin Orta Doğu'daki üstünlüklerini Rusya'ya kaptırdığını söyledi.
İşte bütün bunlardan sonra Erdoğan'ın 24 Aralı'taki "El-Bab'tan sonra hedef Münbiç" açıklaması geldi; sonra da eğer ABD ile anlaşılırsa Rakka IŞİD'ten birlikte alınabilirdi. Belki sonra sıra Irak'a Musul'a da gelir.
İyi de Münbiç zaten IŞİD'in elinde değil. Amerikan Merkezi Komutanlık (CENTCOM) desteğiyle PYD-PKK ağırlığıyla Suriye Demokratik Güçleri bu yılın başlarında orayı ele geçirdi.
Ankara'nın defalarca verilen sözü tutmaları gerektiğini hatırlatmasına ABD her defa ve hala "Onbeş güne tamam" türünden karşılıklar veriyor.
Türk ordusu Münbiç'e yöneldiğinde karşısında NATO müttefiki ABD askerini mi bulacak?
Erdoğan adını Kürt devleti olarak telaffuz etmese de "Sınırımızda yeni devlet istemiyoruz" dedi o konuşmada.
Tabii bizim Suriye ve Irak ile sınırımız, aynı zamanda NATO'nun güneydoğu sınırıdır.
Moskova ve Tahran Suriye'nin bütünlüğünü destekliyorlar, özellikle de şimdi ayrılıkçı bir Kürt hareketi orada (belki ilerki aşamada bağımsızlık isteyecek) bir özerk bölgeyi Amerikan desteğiyle kurmak isterken.
Erdoğan gerçi Rakka mesajıyla ABD'ye kapılarını açık tutuyor, olması gereken de bu, tabii PKK ile yakınlaşmasını resmen ve fiilen terk etmesi karşılığında.
Ankara Washington'dan daha açık mesaj bekliyor.
Ama Washington bir geçiş döneminde.
Türkiye Suriye üzerinden hem ABD, hem de Rusya ile hızla değişen ilişkiler içinde.
Belki de dönemin diplomasisi, askeri hamlelerin de rol oynadığı böyle bir zorunluluğu dayatıyor.
Ama işte tam bu noktada 43 yıl önce 25 Aralık'ta vefat eden İnönü'nün bir sözünü hatırlamakta yarar var.
1964'te ABD İle Kıbrıs nedeniyle patlayan Johnson Mektubu krizi sırasında, bir yandan Moskova Türkiye'nin NATO bağlarını hedefleyerek göz kırparak en sarf ettiği bir cümle bu.
"Büyük devletlerle İlişkiler" demiş İnönü, "Ayıyla yatağa girmeye benzer".
Dikkatli olmakta yarar var her zaman.
Paylaş