Murat Yetkin

Putin Ankara’dayken Barzani’ye kuşatma başlıyor

29 Eylül 2017
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dün Ankara’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaptığı görüşme sonrasındaki açıklamada da, tıpkı bir hafta önce Washington’da ABD Başkanı Donald Trump ile olduğu gibi Irak’ın ve Suriye’nin toprak bütünlüğü dışında bir şey yoktu.

Mesud Barzani’nin Kürt bağımsızlık referandumu bu defa da ortak açıklamayı kurtardı. Ama bu durum Barzani’yi bugünden itibaren modern zamanlarda eşine az görülür bir kuşatmaya bugünden itibaren maruz kalmaktan kurtaramayacak gibi.

Erdoğan ve Putin basın toplantısı değil, basın açıklaması yaptılar; soru alınmayınca basın toplantısı denilemiyor, malum.

İşin turizm ve saire kısmını bir kenara bırakabiliriz. Çünkü uçak düşürüldükten sonra dibe vuran turizmin Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev ve Cavit Çağlar’ın devreye girmesiyle eski düzeyine dönmesini 10 kattan fazla artış diye sunmak da tabii mümkün ama ancak teselli kabilinden mümkün.

Erdoğan ve Putin’in içeride baş başa Irak ve Suriye dışında başka ne konuştukları, tıpkı Erdoğan-Trump görüşmesinde olduğu gibi açıklanmış değil. Hatta o kadar köpürtülen S-400 füzeleri alımı konusunda dahi açıklama yapılmadı.

Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki referandum konusunda ise toprak bütünlüğüne vurgu dışında bir ayrıntı yok, bir tek Rusya Dışişlerinin dün Irak’ın bütünlüğü içinde kalmak şartıyla Kürtlere daha fazla özerkliğe göz kırpan açıklamasına atıf var.

Ama Putin’in ziyaretinin bugün, 29 Eylül itibarıyla Kürt bölgesine onu çevreleyen üç hükümet tarafından başlatılacak bir tür kuşatmayı nasıl etkileyeceğine dair bir işaret yok.

Irak’ta Barzani liderliğindeki Kürt özerk bölgesinin denize çıkışı yok; dolayısıyla etrafındaki üç devletin egemenlik alanlarıyla çevrili vaziyette: Türkiye, İran ve Irak.

Her üç ülke de bugünden itibaren Kürt bölgesine sivil havacılık uçuşlarının durdurulacağını ilan etti; belli başlı bütün havayolu şirketleri de buna uyacağını açıkladı. İran zaten ilk günden hava sahası ve kara sınırlarını Kürt bölgesine yapılacak seyahatlere kapamıştı. Irak Başbakanı Haydar el-Abadi, Başbakan Binali Yıldırım ile dün itibarıyla bütün petrol anlaşmalarının Erbil üzerinden Bağdat üzerine alınması konusunda anlaştıklarını açıkladı. Rusya’nın Gazneft şirketi güvenlik koşulları nedeniyle Halepçe civarındaki kuyularda faaliyeti durdurduğunu duyurdu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan (“Yiyecek bulamayacaklar” gibi çok uygun düşmeyen bir öfke belirtisiyle beraber) Habur sınır kapısının da her an kapatılabileceğini açıkladı. Gerçi Habur sadece Kürt bölgesine açılmıyor ama oraya giden bütün ihraç ürünleri oradan geçiyor. Irak özel kuvvetleri Türk ordusunun bir haftadır Habur civarında yaptığı tatbikata katıldı, ortak güç gösterisi kabilinden. Dışişleri dün Türk vatandaşlarını en kısa zamanda Irak Kürt bölgesini terk etmeye çağırdı.

Yazının Devamını Oku

Bağımsız Kürdistan konusunda ya Rusya ne diyor?

28 Eylül 2017
Irak’ın bölünmesiyle bağımsız Kürdistan kurulmasına İsrail’in verdiği açık destek, ABD’nin örtülü tavrı, Türk medyasının en şiddetle çattığı konular arasında ancak bu konuda Rusya’nın ne dediğini fazla sorgulayan, yer veren yok. Oysa bugün Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan davetlisi, olarak Irak, Suriye ve s-400 füzeleri alımını konuşmak üzere geldiği Rusya’nın Kürt bağımsızlığı konusunda net görüşleri var. Gelim birlikte bakalım.

Rusya’nın Kürt bağımsızlık referandumu ve Kürt meselesi üzerine tutumu en son dün, 27 Eylül’de Rus Dışişleri Bakanlığının yazılı açıklamasıyla duyuruldu. Açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

- “Kürt Özerk Bölgesi’ndeki referandumla bağlantılı olarak, Rusya zaten çatışmalara sürüklenmiş Orta Doğu bölgesindeki [durumu] daha da karmaşıklaştırıp istikrarsızlaştıracak her [hareketten] kaçınılması gereğini vurgular. Dost Irak ve diğer Orta Doğu ülkelerinin egemenlik, birlik ve toprak bütünlüğüne konusunda tereddütsüz taahhüdümüzün arkasındayız.

- “Moskova Kürtlerin milli arzularını saygıyla karşılar. Irak federal hükümetiyle Kürt Özerk Hükümeti arasında çıkabilecek bütün sorunların, tek [parça] Irak sınırlarında birlikte yaşama formü içinde karşılıklı olarak kabul edilebilecek bir çözüme yapıcı ve [birbirine] saygılı diyalog yoluyla bulunacağına inanıyoruz.”

Bundan anladığımız, “Kürtlerin milli arzularına saygı” duyan Moskova’nın Irak’ta bugüne göre daha güçlü bir Kürt özerkliğinden yana olduğu, bunun için de Bağdat’a telkinde bulunduğudur.

Gelelim Suriye’deki duruma.

Bu açıklamadan bir gün önce, 26 Eylül’de Suriye dışişleri Bakanı Velid Muallim Rus gazetesi Russia Today’e verdiği mülakatta, IŞİD yenilir yenilmez Kürtlerin özerklik taleplerinin tartışılmaya başlanabileceğini söyledi. Bu sözler Rus gazetesinde yayınlanır yayınlanmaz Suriye’nin resmi haber ajansı SANA tarafından da alıntılandı.

Bunu Suriye’deki Beşar Esad yönetimi ve onun en büyük destekçisi Rusya’nın ortak tutumu olarak okuyabiliriz yani.

Burada bir “Nereden nereye?” parantezi açalım: 2011’de Suriye iç savaşı başlamadan önce, “Kardeşim Esad” günlerinde, PKK ile diyalogun sürdüğü ve PKK’nın Suriye kolu PYD’nin başkanı Salih Müslim’in Ankara’da kırmızı halıyla karşılandığı günlerde, Suriye’deki Kürtlerin vatandaşlık halklarına kavuşması, mesela pasaport alabilmesi için Esad’dan ricacı olan kişi –o dönem başbakan olan- Cumhurbaşkanı Erdoğan idi. Şimdiki durum ortada, yorumu size bırakıyorum.

Yazının Devamını Oku

“Yiyecek bulamayacaklar” demek uygun olmadı

27 Eylül 2017
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Irak’taki Kürt bağımsızlık referandumu konusunda dün yaptığı konuşmada açıklık getirmesi gereken iki önemli nokta var.

Birincisi, kendisini Barzani’nin “yanlışa düşmeyeceği” konusunda kimin, nasıl yanılttığı. İkincisi de referandum yüzünden Türkiye’de milyonlarca akrabası olan Kürt halkını “yiyecek bulamayacaklar” diye uyarması; özellikle bu ikincisi Türkiye’nin hatta AK Parti’nin şimdiye kadarki siyasetiyle çelişmiyor mu?

Erdoğan’ın dün “Açıkçası biz son ana kadar Barzani’nin böyle bir yanlışa düşeceğine ihtimal vermiyorduk, demek yanılmışız” demesi bir özeleştiridir.

Bu özeleştiri, 15 Temmuz 2016 kanlı darbe girişimi ardından Cumhurbaşkanının “Rabbim ve milletimiz bizi affetsin” diyerek yaptığı özeleştiriden farklıdır. Orada açıkça “Kandırıldık” sözleriyle eski müttefiki Fethullah Gülen ve gizli örgütlenmesinin yüze gülüp arkadan iş çeviren kötü niyetini suçlamıştı. Bu defa kolektif bir değerlendirme hatası konusunda özeleştiri yapıyor.

Doğrusu ben de bir aşamaya dek Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) lideri Mesud Barzani’nin daha önce de yaptığı gibi Bağdat’tan bir takım tavizler alarak referandumu yapmayacağına, belki erteleyeceğine inanıyordum.

Bu inancım İsrail’in Barzani’nin Irak’tan bir Kürdistan kopartma kararını desteklemesiyle sarsılmaya başladı. Çünkü ABD’den gelen–o da “Şimdi sırası değil” yollu- itiraza karşın, hasbelkader diplomasi muhabiri sıfatımla, Binyamin Netanyahu’nun Donald Trump yönetimine rağmen böyle bir çıkış yapmış olacağına emin değildim.

Neticede ben bir gazeteciyim, ülke yönetmiyorum, bana bilgi veren istihbaratım, genelkurmayım, emniyetim ve dışişleri teşkilatım yok. Dolayısıyla her işe bizzat koşacak hali olmayan Cumhurbaşkanının samimiyetle yaptığı bu özeleştiride Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın ve doğal olarak MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın da sorumluluk payları olduğunu tahmin ediyorum.

O nedenle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’nin güvenliği ve siyasi itibarını ilgilendiren bu konuya açıklık getirmesinin faydalı olacağına inanıyorum.

Diğer konuya gelince… Barzani’nin her şeyi göze alarak referandumu yaptırması (ve boykota rağmen yüzde 72 katılım sağlaması) üzerine petrol botu hattını kapatmanın bir mantığı var.

Yazının Devamını Oku

Alman ve Kürt sandıkları Türkiye zararına açıldı

26 Eylül 2017
Yalnızca Türkiye’nin değil, Irak ve İran’ın bütün gözdağına karşın Mesud Barzani bütün sonuçlarını da göze alıp dediğini yaptı mı?

Yaptı. Peki, bizim bütün “Sen kaybedersin” uyarılarımıza karşın Angela Merkel Almanya’da dördüncü defa iktidara geldi mi? Geldi. O zaman bize düşen kendimizi daha fazla dolduruşa getirmeden mevcut durumu tahlil etmek mi? Öyle. O halde buyurun:

- Başbakan Binali Yıldırım’ın dün “Savaşa gitmiyoruz. Tehdit gelirse karşılık veririz” demesinden yalnızca iki saat sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan “Bir gece ansızın gelebiliriz” dedi. Bu Türkiye’nin 1974 Kıbrıs müdahalesinde şifre olarak kullandığı şarkının sözleriydi. Erdoğan'ın bu sözlerle, Barzani’yi ya da Irak Kürdistan Bölgesel yönetimini kast ettiğini zannetmiyorum; olsa olsa o bölgedeki PKK mevzilerini kast ediyordur. Ayrıca Türk ordusunun mevcut koşullarda bağımsızlık referandumu yaptı diye Irak’a kapsamlı bir harekâtını da beklememek lazım. Bir kaç sınır ötesi operasyonun “İşte cevap” üslubuyla duyurulmasından söz ediyorsak, o her zaman yapılıyor zaten.

- Yine Başbakan Yıldırım, Türkiye’nin hangi koşulları ulusal tehdit sayacağını da dört televizyonun ortak canlı yayınında sakin sakin anlattı zaten: Irak ya da Suriye sınırlarımızın diğer yanında siyasi bir değişiklik olursa, yani başka deyişle Kürdistan ilan edilirse. Bu da uluslararası anlaşmalara göre doğal, çünkü sizin sınır anlaşması yaptığınız komşunuz artık sınırda olmayacak.

- Ama bu aşamada ne Irak’ta Barzani’nin KDP’sinin, ne de Suriye’de ABD destekli PKK/PYD’nin Kürdistan ilan etmesini beklememek lazım. Barzani, dediğini yaptırmış bir lider olarak şimdi Türkiye’ye karşı şirinlik hareketlerine başlayacaktır, dün hafiften başladı bile “Bizden zarar gelmez” gibilerinden. Ayrıca Türkiye, Irak ve (Suriye’ye desteği dolayısıyla) Rusya’yı daha fazla kızdırmamak için ABD de buna izin vermek istemeyecektir, “Zamanı gelmedi” diyerek.

- Dolayısıyla gerilim bir süre daha tırmanıp belki sınırlar, boru hatları filan kapatıldıktan, belki Barzani ve ekibine yönelik başka siyasi ve mali adımlar atıldıktan bir süre sonra sular durulacaktır. Bu nedenle savaş filan çıkmasını beklememek lazım, zaten çıkmasın da, savaştan bıktı herkes. Ama bu referandum ile birlikte kısa vadede Türkiye’nin sesi daha çok duyulacak olsa da orta vadede Türkiye’ni hem Irak, hem Suriye’deki konumu ve etkisi eskisine göre daha güçlü olmayacaktır.

- Gelelim Almanya’ya. Dün gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerekse Dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, yabancı düşmanı, aşırı sağcı Alternative partisinin üçüncü parti olmaya yükselişine işaret ederek “Biz söylemiştik” dediler. Haklılar ama herhalde Türkiye söylemese de Merkel kendi ülkesindeki anketleri, tıpkı biz gazeteciler gibi okuyor, Alternative’in yükselişini görüyordu. Hatta Türk siyasetçiler seçim sürecinde Merkel’i hedef aldıkça “Türkler saldırıyor, Merkel durduramıyor” propagandasıyla Alternative’in puan kazandığını, Merkel’in biraz da bu nedenle Türkiye’ye ve özellikle Erdoğan’a yüklendiğini söylemek mümkün.

- Merkel –yine tahmin edildiği üzere puan kaybederek de olsa- seçimi kazandı; hem de üst üste dördüncü defa, Avrupa’nın Birinci Demir Leydisi Margaret Thatcher’in 11 yıllık rekorunu kırarak. Seçimden sonra yaptığı ilk konuşmada da, öncelikle hedefinin Alternative partiye giden Hristiyan demokrat oyları geri kazanmak olduğunu söyledi. Bunu yapabilir mi? Daha önce bir kere yaptı ve izlediği iddialı çevreci enerji politikasıyla Yeşillere giden oylarını geri aldı, Yeşilleri geriletti. Şimdi aynı şeyi kendisine göçmenler politikasıyla vuran Alternative için yapmaya niyetli.

- Bu noktada Türkiye açısını doğru yakalamak için Merkel’in seçimlerden önceki son demeçlerinden biriyle birlikte değerlendirmemiz gerekecek. Merkel orada Türkiye’nin iç politika sorunlarının Alman siyasetini etkilemesine izin vermeyeceğini söylemişti. Bunda AK Parti hükümetiyle 16 Nisan referandumu öncesinde yaşanan sorunların ve Erdoğan’ın Türkiye kökenli seçmene hitaben belli partilere oy verilmemesini istemesinin payı vardı.

Yazının Devamını Oku

ABD’nin Barzani’yle imtihanı ve PKK

25 Eylül 2017
Mesud Barzani referandumu geri adım atsaydı belki bölgedeki gerilim bir sonraki durağa dek azalacaktı ama kendisine göre bu siyasi hayatının bitmesi, liderlik iddiasının tükenmesi anlamına gelecekti. Irak’tan bir Kürt devleti koparmak için 25 Eylül referandumu kararından geri dönmeyeceğini açıkladı.

İlk tepki İran’dan geldi; Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) uçuşlarına hava sahasını kapadı, referandumun yapılması halinde kara sınırlarını da kapayacağını ilan etti.

O saatlerde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile bir telefon görüşmesi yapıyordu. Malum, Türkiye gibi İran da Irak sınırında, KBY’nin burnunun dibinde askeri tatbikat yapıyor, Erdoğan’ın da 4 Ekim’de Tahran’a gideceği duyuruldu.

İkinci adım Irak Başbakanı Haydar Abadi’den geldi. Bağdat, Erbil’den bütün havalimanları ve gümrük kapılarını teslim etmesini istedi. Hemen her federalizm anlaşması gibi 2005 Irak anayasası da Kürt özerkliği tanırken dış ilişkiler ve savunma konularını merkezi hükümette tutmuştu. Zaten Irak bundan böyle bütün petrol ve doğal gaz anlaşmaları için kendisinin muhatap alınmasını istedi ki, bu çağrının muhataplarından birisi de Türkiye.

Barzani, Irak’tan Kürdistan koparmak istemekle akla gelmeyecek bir şeyi gerçekleştirdi ve Türkiye, Irak, İran hükümetleri uzun yıllardan sonra bir konu üzerinde anlaşmış oldular: o da bağımsız Kürt devletine karşı ortak mücadele konusu idi.

Barzani’nin referandum kararı olmasaydı, belki Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump da 21 Eylül buluşmasında üzerinde mutabık kalacakları bir şey bulmakta zorlanacaklardı.

Barzani referandum kararı alırken muhtemelen şu tahlili yaptı:

- Irak devleti çökme emareleri gösteriyor –ki bunda çok haksız sayılmaz. Benimle uğraşamaz, uğraşsa da ABD izin vermez.

- Suriye devleti çöküyor –bunda da haksız sayılmaz. Ama orada ABD desteğinde PKK elini çabuk tutabilir, bayrağı ona kaptırmamak gerekiyor.

Yazının Devamını Oku

ABD’yle gerilimdeki tırmanış kimin sayesinde durdu

23 Eylül 2017
ABD Başkanı Donald Trump’ın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile görüşmesinden sonra “iyi arkadaş oluyoruz”, ya da “ilişkilerimiz en iyi düzeyde” sözlerinin henüz Türk-Amerikan ilişkilerindeki gerilimin sona ermesini gerçekten isteyenlere iyi haber olup olmadığını bilemiyoruz. Sonuçlarına bakmak lazım… Ancak gerilimin tırmanmasını isteyen ve bunun için çalışanlara kötü haber olduğu kesin.

Erdoğan’ın BM Genel Kurulu çerçevesinde yaptığı temaslardan çıkan en olumlu sonucun, ABD ile ilişkilerdeki gerilimin tırmanışının durması olduğunu söylemek mümkün.

Gerilim ortadan kalkmış değil: Fethullah Gülen hala orada, ABD hala YPG’ye malzeme vermeye devam ediyor, Erdoğan ve Trump bir birlerine Reza Zarrab ve Türkiye’de tutuklu Amerikalı rahip konusunda “bağımsız yargının işi” demeye devam ediyorlar. Trump’ın görüşmeden bir gün önce yemek sırasında “üzüntü duyduğunu” söylemesine, ertesi gün PKK taraftarlarının Erdoğan’ın konuşmasını protestosunu bu defa Amerikan polisinin engelleyip korumalara iş bırakmamış olmasına rağmen “bağımsız mahkemenin” tutukluluk emri devam ediyor.

Ama doğrusu gerilimdeki tırmanış durdu.

Neyse ki Erdoğan ve Trump, üzerinde anlaşacak bir konu buldular ve ona sıkı sıkı sarıldılar: Her ikisi de Irak’ın bölünmesine, Irak’taki bir Kürt devleti çıkmasına ve Mesud Barzani’nin 25 Eylül referandumunda ısrarına karşıydı.

Aslında Barzani belki hiç istemeden yalnızca Türkiye ve ABD’yi değil, o kadar çok ülkeyi birleştirdi ki referandumda ısrarıyla… Fransa’dan Almanya’ya, İngiltere’den Rusya’ya kadar konuyla ilgili kim varsa, bir tek İsrail dışında Irak’ın bir Kürt devletiyle bölünmesine karşı olduklarını duyurdu.

Örneğin Türk, Irak ve İran dışişleri bakanları New York’ta buluşarak bu konuda ortak tavır almaya karar verdiklerini açıkladı. Öyle ya, bugün Irak’tan istenen toprak yarın İran’dan Türkiye’den, Suriye’den de istenebilirdi.

Zaten Fikret Bila’nın haberinden okuyoruz ki, söylenmese olmayacak az önce saydığımız konular dışında “tatsızlık çıkartacak” mevzulara değinilmemiş; mesela Rusya’dan alınacak S-400 füzelerini sormamış bile Trump. Zaten Vladimir Putin de bekleniyor Ankara’ya; herhalde ABD de artık “Türkiye NATO uyumu olmayan bir sisteme parasını yatırmak istiyorsa, bırakalım yatırsın” diye düşünüyor ki üstelemiyor.

Özetle, Erdoğan da Trump da nihayet üzerinde anlaşacak konu bulmuş ve bu sayede ilişkilerdeki gerilimin tırmanışını durdurmuş olmaktan memnun görünüyor.

Yazının Devamını Oku

Twitter’ı susturmakta da –maalesef- birinciyiz

21 Eylül 2017
Dünyada hapiste en fazla gazeteci ve yazar tutan ülke olmak nedeniyle eleştirilerin hedefi olan Türkiye’nin sosyal medya platformu Twitter’da içerik yasaklama talepleri alanında da dünya birincisi olduğu maalesef ortaya çıktı.

Twitter’ın kendi iç şeffaflığını denetlemek amacıyla 19 Eylül’de yayınladığı 11’inci raporunda dünya çapında şirkete gelen içerik kaldırma, yasaklama taleplerinin yarıya yakınının tek başına Türkiye’den yapıldığı anlaşıldı.

Raporda şirkete 1 Ocak-30 Haziran 2017 Türkiye’den gelen 2,710 içerik yasaklama/kaldırma talebinin dünya çağında gelen taleplerin yüzde 45’ini oluşturduğu açıklandı. Açıklamada bu 2,710 başvurudan 715’inin mahkeme kararı, 1,995’inin de hükümet talebi olduğu bildirildi.

İçerik kaldırma/yasaklama taleplerinde Türkiye’yi Rusya, Fransa ve Almanya izliyor. Bu üç ülkeden gelen toplan başvurunun toplamı Türkiye’den gelenlere eşit.

Twitter’dan yapılan açıklamada, bu başvurular sonucu halen Türkiye’den 204 hesabın kapalı tutulduğu, 497 mesajın da kaldırdığı söyleniyor. Buna karşın hükümetin 2017’nin ilk yarısında gazeteciler ve haber kuruluşları aleyhine yaptığı sekiz başvurunun da mesajların “siyaset ve gazeteciliğin doğasına” uygun bulunarak getri çevrilmiş.

Hoş bir durum değil tabii ki.

Bir yandan gazeteci ve yazarların davaları devam ediyor. Tutukluluk halleri de öyle.

İki gün önce, 19 Eylül’de İstanbul 26’ıncı Ağır Ceza Mahkemesi, Fethullah Gülen çizgisinde yayın yapmak gerekçesiyle kapatılmış olan Zaman, Bugün ve Taraf gazetesi yazarlarının tahliye talebini reddetti. Tahliye talebi reddedilenler arasında Ahmet ve Mehmet Altan, Şahin Alpay, Nazlı Ilıcak, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan, Mümtazer Türköne ve Mustafa Ünal gibi AK Parti hükümetiyle Fethullahçı “Hizmet Hareketi” arasının iyi olduğu 2002-2013 arası siyasete yön vermiş olan etkili gazeteci ve yazarlar vardı.

Belki yanlış bir şey yapmadığını savunan Ahmet Altan ve “terörist değil gazeteciyim” diyen Mustafa Ünal dışında bu davadaki neredeyse tüm yazarlar, Fethullahçıların gerçek yüzünü göremedikleri, 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimiyle pek çok şeyin ortaya dökülmesiyle anladıkları, daha önce anlamış olsalar ayrılmış olacakları yolunda ifade verdiler.

Yazının Devamını Oku

Böyle dostluklarla düşmana ne hacet

20 Eylül 2017
İç politika hedefleri için hala dışarıdan medet umanlar dün sosyal medyada bolca paylaştı kapağında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a “Hoş gelmedin” diyen New York metrosunda ücretsiz dağıtılan ilan gazetesinin fotoğraflarını. Ve Washington Post gazetesinin ABD Başkanı Donald Trump’ı Türkiye’ye silah satışını durdurmaya çağıran makalesini. Oysa birkaç saat sonra Trump Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Türkiye’ye Suriyeli mültecilere kucak açmasından dolayı teşekkür ediverdi.

Trump 21 Eylül olarak açıklanan görüşmesi öncesinde dün akşam resmi yemekte de samimi pozlar verdi Erdoğan ile.

Peki, bu gelişmeler Erdoğan ile Trump arasında buzların eridiğine mi işaret ediyor?

Yani Erdoğan, Vladimir Putin ile S-400 füzeleri konusunda anlaşmak üzere olduğunu açıkladı diye Trump birden yelkenleri suya mı indirdi? (Tabii bu soruyu sorarken, görüşme öncesi Rus mali polisinin Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı binasını yapan ve Rusya’daki en büyük inşaat şirketlerinden olan Rönesas’ın St Petersurg binasını basmış olmasını göz ardı etmememiz gerekiyor. Tesadüf mü diyelim?)

Yani Türkiye’ye teşekkür, samimi yemek sohbeti ve çok sayıda lidere verilmeyen özel görüşme randevusu işlerin rayına girdiğine mi işaret ediyor?

Mesela 15 Temmuz askeri darbe girişiminin arkasında yer almakla suçlanırken Pennsylvania’da oturmaya devam eden Fethullah Gülen hakkında yasal işlem yapılması için harekete mi geçecek Amerikan Başkanı?

Ya da Zafer Çağlayan hakkındaki tutuklama kararının kaldırılması için?

Ya da Erdoğan’ın korumaları hakkındaki tutuklama kararının kaldırılması için Amerikan devleti şikâyetinden vaz mı geçecek?

Kongrede korumalara tabanca satmayalım sesleri yükselirken NATO uyumu Patriot füzeleri satmaya karar verip, bir de Türkiye’nin haklı olarak talep ettiği teknoloji transferi yapmaya razı mı olacak?

Yazının Devamını Oku