Kimi zaman kıramadığı kalıpları ya da tabuları da oluveriyor bu öğrendikleri. Nihayetinde anayasası oluyor küçüklükte öğrenilen her bir davranış, her bir bilgi. İşte bu yüzdendir ki, miniklerimiz için ‘sağlıklı adımlar’ şart diyorum her daim. Sadece kamudan, devletten bekleyip adım atmamazlık olmaz. İşte söz konusu çocuklar oldu mu projelerin mahiyeti önemlidir benim için.
Projede Milli Eğitim Bakanlığı da var
Milli Eğitim Bakanlığı Temel Eğitim Genel Müdürlüğü ve Nestlé ’nin iş birliği ile başlatılan ‘sağlıklı adımlar’ projesi son derece önemli. İlkokul 3. sınıf öğrencilerinden, öğretmenlere ve velilere uzanan bir zincir ile yeterli ve sağlıklı beslenme bilincinin toplumun farklı kesimlerine ulaştırılması sağlanıyor. Dünyadaki örneği de ‘Healthy Kids’. Bu dev projeyle 84 ülkede 8.3 milyon çocuğun beslenme ve spor alanında farkındalık kazanmış. “Sağlıklı Adımlar” ın hedefi, çocukların beslenme, sağlık ve fiziksel aktivite alanında bilinç düzeyini artırmayı ve dengeli beslenme alışkanlıklarına sahip olmalarını sağlamayı hedefliyor. Böylelikle çok daha sağlıklı, fikri hür, vicdanı hür nesiller yetişecek. Proje şimdilik Adana, Ankara, Bolu, Bursa, Eskişehir, Hatay, İstanbul, Konya, Mersin, Muğla, Ordu, Tunceli ve Şanlıurfa ‘nın da aralarında bulunduğu 13 il ve 66 devlet okulunda uygulanıyor. ‘Hayat Bilgisi ile Oyun’ ve ‘Fiziki Etkinlikler’ derslerinde ‘Sağlıklı Adımlar’ programıyla yılda 32 saat sağlıklı beslenme ve sağlıklı yaşam konularında eğitim alıyor. Bugüne kadar proje ile 60 bin öğrenci, 1.500 öğretmen ve 100 bin veliye ulaşıldı.
SU İÇMEK VE KAHVALTI ÇOK ÖNEMLİ
Su içmenin önemi, porsiyon kontrolü, spor yapma alışkanlığı, kahvaltının önemi, hijyen, takım çalışması gibi son derece önemsenen alışkanlıklar çocuklarımıza kazandırılıyor. Mesela bu yıl ilk kez Marmara Üniversitesi iş birliği ile bir oyun geliştirildi. Takımlar halinde oynanan bu oyun ile çocuklar hem fiziksel aktivite hem de beslenme bilgileri ediniyor. Oyun çocuklarda pozitif yönde bedensel gelişim, ekip olma, pozitif yönde davranış değişikliği sağlamayı hedefliyor. Çocukların denge ve koordinasyon becerisi artıyor.
Bugün 10 Kasım. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıldönümü. O’nun değerini son yıllarda çok daha iyi anlıyoruz ne güzel ki. Özellikle Suriye merkezinde kurgulanan Ortadoğu’ya yönelik dış politika yıllar sonra Mustafa Kemal’in yüksek öngörüsüyle oluşturduğu yörüngeyle buluşmaya başladı. ‘Dahi Devlet Adamı’ nın yukarıdaki satırları oluşturan anlamlı veciz sözü, vazgeçilemeyecek gerçeklerin altını kapkalın harflerle çiziyor aslında.
Aradan bir asır geçmesine rağmen Ortadoğu’ya yönelik planlar değişmemiş, dış güçler kimi bölge güçleriyle bir olup, kafalarındaki sınırları çizmek isterken, elimizdeki sapasağlam kaynağın değerini anlıyor olmamız son derece yerinde. Ve de anlamlı elbette. Atatürk’ün çizdiği kararlı iç ve dış politikalar sayesinde Türkiye bugün çağdaş, modern ve laik, sosyal bir hukuk devleti. Kadınlarımız haklarına kavuşmuş, eğitimdeki fırsat eşitliği sayesinde Anadolu’nun herhangi bir yerinde yetişen, okuyan çocuklarımız memleketin en güzide koltuklarına oturabiliyorlar.
Öylesine sağlam bir cumhuriyet kurmuş ki Ulu Önder, on yıllardır türlü badirelerden geçen bu memleket asla ve kat’a yıkılamıyor. Yeter ki bizler içeride bir olalım, birlik olalım. İşte bu yüzdendir ki O’na, silah ve siyaset arkadaşlarına minnettarlığımız her geçen yıl katlanarak artıyor. Anıtkabir her milli bayramlarda doluyor, taşıyor. Bu karşı koyulamayacak içten, yürekten gelen bir halk sevgisi işte. Ulu Önder’i yine O’nun veciz sözüyle anmak gerekiyor bu özel günde. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin yarınları Atatürk’te gizlidir. Sen çok yaşa ATAM!
‘Benim naciz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.’
İSTANBUL’DA, PEOPLE’DA!
Bu eşsiz şehri ziyaretimin en önemli sebebi çocuklardı aslında. Türkiye’nin taa bir ucundaki gözleri çakmak çakmak çakan, zehir gibi sorularıyla beni bir kenara sıkıştıran, mutlu olmak için çok büyük istekleri olmayan akıllı, zeki ve naif çocuklarla… Ocak 2008’den bu yana Sadri Alışık Kültür Merkezi ile Türkiye’nin dört bir yanını dolaşarak yüzlerce temsil sahneleyen Bosch Çevre Çocuk Tiyatrosu, bu hafta Kars İl Kültür Merkezi’nde şahane oyunlarını sergilediler. Hep birlikte ‘La Fonten Orman Mahkemesinde’ oyununu izledik. Çok uzun zamandır bu kadar çok çocukla bir aktivitede olmadığımı farkettim. Gerçekten şahaneydi. İnanılmaz kahkahalar, koltuklardan yükselen çığlıklar, oyuncularla bağıra çağıra konuşmalar, oyuna bizzat dahil olmalar eşsizdi. Çocukların pür, saf halinin insanlığın en gelişmiş hali olduğuna inananlardan olduğum için müthiş keyif aldım bu bilmiş bücürlerden.
Aktivitesi az, sanat için gideni neredeyse hiç olmayan, hayatın renklerine, sanatın doğurganlığına suskun kalmış Kars gibi illerimize daha sık gitmeli, özellikle oradaki çocuklarımıza, gençlerimize, kadınlarımıza yaşam enerjisi aşılamalıyız. Ruh dünyalarındaki renklerle alışverişe girmeliyiz. Neşelerine neşe, coşkularına coşku olmalıyız. Birbirimizden alacağımız o kadar çok şey var ki! Özellikle küçücük yerlerde yaşamanın, oralarda büyümenin, o ıssızlıkta gelişmenin ne olduğunu çok ama çok iyi bildiğim için şunu açık ve net söyleyebilirim ki, bu hafta sonu, o tiyatroyu izleyen bir çocuk artık eskisi gibi olmayacak. İşte o yüzdendir ki o Kars’lı çocuklar adına Sadri Alışık Kültür Merkezi ile Bosch Çevre Çocuk Tiyatrosu’na çok ama çok teşekkür ederim.
TORUN SADRİ ALIŞIK İŞ BAŞINDA
Bu projenin en önemli isimlerinden biri de Yeşilçam’ın efsane ismi Sadri Alışık’ın torunu Sadri Alışık. Sadri kardeşimin çalışma azmini, çocuklara yönelik mütevazı duyarlılığını gördükçe helal olsun diyorum. Ailesine yakışan şahane bir insan, torun Sadri. Gerçekten bravo. On yıldır devam eden bir proje bu. Bu süre içinde de 155 bin kişiye ulaşılmış. Onlara dokunarak, o çocukların gözlerinin içine bakarak çevre bilinci aşılamak, onları vatana, millete, ağaca, ormana duyarlı birer vatan evladı olarak geleceğe hazırlamak hiç de kolay değil dostlar. Sebat etmek, azmetmek, bu işe zaman ayırmak, bütçe ayırmak kolay iş değil. Hangi babayiğit yapıyorsa helal olsun demek gerek. Anadolu’nun kırsalında kim ki bir çocuğun gözlerini, yüzünü güldürüyorsa başımıza tac etmek gerek.
İşte Sadri Alışık Kültür Merkezi oyuncularının, Bosch Çevre Çocuk Tiyatrosu olarak sahnelediği Yalvaç Ural imzalı “La Fonten Orman Mahkemesinde” adlı ücretsiz oyun, çocukları eğlendirerek hayvan ve çevre sevgisi aşılıyor ve çevreyi korumanın önemini öğretiyor. Yani hedef, tiyatronun eğlendirirken öğreten gücünden yararlanarak gelecek nesilleri bilinçlendirme. Sosyal sorumluluk anlayışı çerçevesinde doğal kaynakları korumak ve sürdürülebilir hayatı desteklemek yaklaşımını benimseyen bütün kuruluşların böylesi projeleri hayata geçirmesi gerek şart.
Bu yıl çok daha coşkuluydu memleket. Bir de harikulade bir gelenek başladı farkında mısınız? Sadece kentlerimizde değil mesela Köyceğiz – Dalyan’da, Gelibolu’da, Çeşme-Alaçatı’da ‘Cumhuriyet Koşuları’ düzenlendi. Ve bu koşular her yıl düzenlenmeye başladı ki özellikle genç kardeşlerimin ilgisi hayli büyük. Ben de bu koşuların ‘Run of Legends’ adı verilen Alaçatı ayağına katıldım. TED İzmir Koleji’nin ön ayak olduğu bu koşuda, 7 bin metrelik parkurda 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı coşkusunu hep birlikte Alaçatı sokaklarında koşarak kutladık desem yeridir. Yurdun dört bir yanından gelen Cumhuriyet gönüllüleriyle Alaçatı’nın tertemiz, mis gibi havasında şarkılarla, marşlarla, bir olarak, birlik olarak hep beraber adımlarımızı attık. Gerçekten son derece onur verici bir hadiseydi. Özellikle İzmirimiz’in, Çeşmemiz’in, Urlamız’ın Atatürk ve Cumhuriyet söz konusu olduğunda duyarlılığını, titizlenmesini bilmeyenimiz yoktur. Çoluk çocuk 7’den 77’ye bu duyarlılığın devam ettiğini ve edeceğini görmek büyük mutluluk gerçekten. Akademik olarak donanımlı, bilim, yabancı dil, spor, kültür ve sanat alanlarında başarılı cumhuriyet çocukları yetiştiren okul ve aileler oldukça Türkiye Cumhuriyeti her daim sağlam kalacaktır. Çünkü temel çok sağlam. Bravo İzmir, bravo Alaçatı.
AYLA ALGAN VE GARO MAFYAN BİR ARADA!
Alaçatı’daki 29 Ekim Cumhuriyet Koşusu’nda iki emektar ve sembol isim dikkatimi çekti. İlki yaşamını tiyatroya, sahne sanatlarına adamış, yüzlerce oyuncu yetiştiren asla ve kat’a durmayıp Anadolu’nun tozlu topraklarında da Avrupa’nın yüksek burjuvazi kokan salonlarında da oyunlar sergileyen bir isim, çok değerli Ayla Algan ile müziğimizin kilometre taşlarından, bir çok sanatçının var olmasına katkıda bulunmuş, eserleriyle müziğimizi çağdaşlaştırmış efsane müzik adamı Garo Mafyan. Çünkü bu iki şahane insan, iki pırlantamız, iki Cumhuriyet değeri sanatçımız Urla’da konuşlanmış TED İzmir Koleji’nin Sanat Akademisi’ni yönetiyorlar. Garo Mafyan Sanat Akademisi Genel Koordinatörü ve Müzik Direktörü, Ayla Algan da Sanat Akademisi Yaratıcı Drama ve Tiyatro Koordinatörü. Düşünsenize burada eğitim gören çocuklarımız bu iki efsanenin önderliğinde birebir eğitim alıp, yaşamlarına sanatı en usta şekilde katıyorlar. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘ Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür’ veciz sözünün ışığında doğru alanda, yeteneklerine göre şahane çocuklar yetiştiriyorlar. Hatta öyle ki mesela Garo Mafyan torunu müziğe yetenekli değil diye dede kıyağı çekmeyip, drama bölümüne yönlendirmiş. Böylesine doğru ve dürüst bir eğitim olgusunun tüm yurtta yayıldığını düşünsenize. Memleket uçar gider vallahi! Bu vesileyle memleketin önder iş insanlarından Murat Çeçen ve beraber çalıştıkları yılların siyaset ve fikir insanı Mehmet Ali Bayar ‘a bir selam göndermek gerek ve şart. Çünkü eğitim alanındaki yatırımları gerçekten ve tamanlamıyla tüm yatırımcılara örnek olacak cinsten. Şunu unutmayalım ki bu dünyada hayvanı doğa, insanı kültür koruyor. Pek tabii ki çocuklarımızın gözünü açtığı ve büyüdüğü aile ortamının da pozitif yapısı büyük önem taşıyor.
SONBAHAR’DA ALAÇATI
Onlar, Türk Metali’nin sancağını dalgalandıran Pitch Black Process. Bahse konu olan grup “Güzel İzmir’imiz” i ‘metal’ olarak Avrupa sınırlarına ulaştıran, müziğiyle Türkiyemiz’in Avrupa’ya açılan kapısıdır. Metal yorgunluğu olmayan her daim dinamik, genç bir gruptan söz ediyorum. Mesela ‘Derin’ albümüne koydukları ‘Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz’ coverı on numara beş yıldız güzellikte. Aynı şekilde pek tabii ki de ‘Halil İbrahim sofrası’. Fevkalade. Bravo diyorum. Vokal şahane, enstrümanları coşturan elemanlar kusursuz. Memleketten çıkan ve özelde İzmir’den boy veren sayılı ve orijinal metal gruptan biri. Sayıları çoğalır inşallah. Çünkü yaptıklarını görünce, duyunca ayrı bir keyif, bambaşka bir haz duyuyorum. Karşıyaka’nın medarıiftiharı.
AVRUPA’YA ‘TÜRKÇE METAL’İ DUYURDULAR
‘Derin’ Daniel Bergdstrand dokunuşlarını hayli hissettiğimiz sağlam bir prodüksiyon. Bu albüm İsveç’te, Dugont’ta kaydedildi. Gitarlar dolgun, davul tonu neredeyse kusursuz. Bu albümde Türkçe de ilk kez kullanıldı. Bu da albümün paylaşılabilirliğini bir hayli arttırdı tabii. İşlerine saygısı olan insanlara bayılıyorum ve Türkçe’yi hayli güzel bir şekilde metale uyarlamalarına da. Grup elemanı Emrah Demirel, “neredeyse 20 yıldır yürünen bu zorlu yolda, çıtayı hep daha yukarı koyduk. Amacımız yurt dışında, özelde Avrupa coğrafyasında "Türk" adını duyurmak ve Türkler’in de bu alanda var olduğunu göstermek” diyor. Bir sanatçı daha ne yapabilir ki. Sazı sözü siyasetçiye verirseniz kırabiliyor, yerle yeksan edebiliyor, o sazı üzebiliyor. Ama işte işini hakkıyla yapan bir grup sanatçı memleketi için yollara düşüp, bayrağı göğe çekerek, sanatıyla Türkiye’nin güzelliğini, çeşitliliğini anlatıyor. Şimdi onlar dördüncü albümleriyle beraber müziklerini Avrupa’nın yanı sıra memleket insanına da sevdirmek ve yayabilmek.
ANADOLU’NUN TINILARI METALDE YAŞIYOR
Aşık Veysel’in, Neşet Ertaş’ın, Barış Manço, Cem Karaca’nın yetiştiği bu topraklarda şimdi bu metalci kardeşlerimde boy veriyor iyiden iyiye. Avrupa’nın dört bir yanındaki kentlerde, başkentlerde konserlerin aranılan grubu Pitch Black Proces. Bazen en ciddi toplantılarda bile mesela Baltık-Kara Deniz Ekonomik Forumu gibi toplantılarda başbakanlara, bakanlara konser erebiliyorlar. Onlar albümü yaparken, "farklı, özel, yenilikçi" şiarından yola çıkmışlar ama albüm dinleyicisiyle buluştuktan sonra dünyanın en büyük metal dergilerindeki değerlendirmelerde bile "unique" kelimesinin kullanılması onların bu yolda dünya çapında olduklarını bir kez daha teyit etti. Helal olsun size PBP. Desteğimiz her zaman, her yerde, hep sizinle.
Hem de ölümünün yüzüncü yıldönümünde! Son derece şaşılası bir haber aslında. Nasıl olur, nerede sergileniyor diye sorarken, cevabı aldığımda bir şaşkınlık daha yaşadım. Çünkü Kuzey Kıbrıs’a, Girne’ye yepyeni bir sanat üniversitesi kazandırılmış. ‘Allah Allah! İstanbul’da Ankara’da dahi yokken, Girne’de böyle bir okulun açılışı ha!’ diye şaşkınlığımı gizleyemezken, gerçekten büyük gurur duydum. Gıptayla, kıskançlıkla karışık bir gururdan söz ediyorum aslında.
Lefkoşa’lı Erbil Bey’in Rodin tutkusu
Fransız Heykeltraş Rodin heykellerinin Girne’ye ziyaret sebebi işte bu noktada gizli. Cevap, yeni kurulan ARUCAD yani Arkın Yaratıcı Sanatlar ve Tasarım Üniversitesi’nde. Sanat odaklı bir butik üniversite burası. Bu arada hatırlatayım, ARUCAD, Kuzey Kıbrıs’ın da sanat, tasarım ve iletişim dünyasını aynı çatı altında toplayan ilk ve tek sanat okulu. Üniversite’nin kurucusu Erbil Arkın, Kuzey Kıbrıs’ın gelişmesine, büyümesine katkı sunan, bir çok istihdam açan, uluslararası boyutu da olan başarılı bir iş adamı. Eğitimini İngiltere’de sanat kolejlerinde tamamlayan Arkın, endüstriyel tasarım konusunda da ustalaşmış. Erbil Bey, Ada’ya bu yaratıcı sanatlar ve tasarım okulunu kazandırmak isteyince açılışta da kendi koleksiyonu dahilinde olan Auguste Rodin yapıtlarını sergilemek istemiş. Eser bünyesinde 34 parça Rodin heykelini görüyoruz. Ben bu kadar Rodin eserini ancak kısa bir süre İstanbul’da, Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki sergilendiğinde görmüştüm. Düşünsenize evinizde milyon dolarlık Rodin yapıtlarının var olduğunu! Düşüncesi bile inanılmaz. “Rodin his lover & his friends” isimli bu şahane sergi, Girne merkezdeki Şair Nedim’de yer alan ARUCAD ‘ta hem Girne’li hem de Kuzey Kıbrıs’lı sanatseverlerin ziyaretlerine açık.
Girne sanat başkenti mi oluyor?
Bu soruyu sormamın en önemli nedeni de dünyaca ünlü İtalyan sanat eleştirmeni, bilindik bir yönetmeni ve küratör en önemli olan Bruno Cora’nın bu üniversitenin rektörü olması. 60’lı yıllardan başlayan sanat yolculuğunu Milano ve Roma’da sürdüren sanatçı rektör, Floransa dahi olmak üzere sanat dünyasının kalbinin attığı İtalya’nın sanat ikliminde bir çok üniversite müzede de ciddi çalışmalar yürütmüş. Ve artık Girne’de. Önemli bir kazanç! Bir de büyük Akdeniz Sanat Bienali’ne imza atmak istiyor, Cora. Eminim yapacaktır da. Böylelikle Girne başta olmak üzere Kuzey Kıbrıs’ımız dünyada ve kendi coğrafyasında sanat adası ve sanat başkenti olarak anılacaktır.
Sadece fiziksel değil manevi, psikolojik şiddetten söz açıyorum. Kadının elini tutmayı ateş tutmakla eşdeğer kılan zihniyet haberlerimize konu olabiliyor ne yazık ki. Saygın koltuklarda, saygın minberler de oturanlar uyguluyor bu şiddeti. Kadınlarımızı aşağılama, değersizleştirme ve üzme hareketinin kahramanları bu bir takım insan grubu. Kimi hadislere dayandırdıkları hükümleriyle toplumumuzun en duyarlı kesimini zan altında, töhmet altında bırakmaya çalışıyorlar.
Çünkü biliyorlar ki kadın uyanırsa aile uyanır, bir toplum uyanır. Her türlü maddi,manevi,psikolojik şiddet karşısında, sözle ezme, değersizleştirme karşısında kadınlarımızın, genç kızlarımızın yanındayım, arkasındayım. Kadınlarımızın da bu cehalet güruhuna karşı seslerini yükselteceklerini gayet iyi biliyorum.
HALUK LEVENT ANADOLU’DUR
Uzun zamandır ne duyuyordum, ne dinliyordum ne de – açıkçası - albüm çıkarıp çıkarmadığı konusunda peki bir de merak duyuyordum. Kurduğu AHBAP Platformu’ndan takip ediyor, yaptığı yardımları, çevreye karşı durduğu hassasiyeti alkışlıyordum. İzmir Marşı’nı kendine has tavrıyla seslendirmesi, gündemi takip ederek twitterdan olaylara yorum yapması ve nihayetinde hayranlarıyla kurduğu mizahı fazlasıyla içinde barındıran sıcacık bağı da ilgimi çekiyordu. Geçtiğimiz gün onu neredeyse tamamı dolmuş Harbiye Cemil Topuzlu’da izleme, dinleme fırsatı buldum. Ve fazlasıyla etkilendim açıkçası. Dinlediğim her şarkısı üniversiteli yıllarıma götürdü beni. Öğrenciliğimin bekar evlerinde fazlasıyla dinlerdik Haluk Levent’i. Gündüz partilerinde onun tınılarında aşık olduğumuz kıza açılır, platonik kalp atışlarımızı yine onun sesinden, melodilerinden şekillendirirdik.
Güzel zamanlardı. Şahane bir sahnesi var Haluk Levent’in. Seyircisiyle kurduğu sıcacık diyalogu paha biçilmez güzellikte. Bana kalırsa çok az sanatçıya da nasip olur bu. Anadolu’nun renklerini sahneye taşırken, mikrofonu bir kenara bırakıp koca Açık Hava’yı çıplak sesle doldururken, dev isimleri anıp da şarkılarını seslendirirken uzun zamandır bu keyifle ve istekle ve coşkuyla bir sanatçıyı seyretmediğimi, dinlemediğimi fark ettim. Haluk Levent fazlasıyla enerjik, capcanlı, dupduru bir memleket ve insanlık sevdalısı. Beni gençliğimin saf, temiz, özgüveni eksik ve hatta fazlaca kaygılı yıllarına götürdü. Şarkılarının ve sesinin ne kadar değerli olduğunu hatırlattı. Ben Haluk Levent’in sanatımızda ve müziğimizde çok özel bir yeri olduğuna ve zamanla farkına daha da fazla varacağımıza inanıyorum. Hele şu fazlasıyla ucuz pop dönemler bi’ geçsin de, öyle.
Yüzlerce yüzücü oradaydı… Aralarında Manş Denizi ’ni 13 saatte geçen 60 yaşındaki kadın yüzücü de var, 6 bin metreyi bir kulaç da yüzen 87 yaşındaki amca da, ironman’ler de, benim gibi denizde öylesine takılanlar da. Hafta sonu Bodrum’da 6.’sı gerçekleştirilen Uluslararası Arena Aquamasters Yüzme Şampiyonası’ndan söz açıyorum. Yıllardır yüzen, Türkiye’nin denizlerdeki gururu yüzücüler bir aradaydı. Yalıçiftlik ’teki, Hapimag Sea Garden Resort ’un ev sahipliğindeki bu yarışlarda sokakta, caddede, AVM ’lerde, iş yerlerimizde, arkadaşlarımız arasında ve hatta kimi zaman evimizin içinde dahi göremediğimiz yardımlaşmalara, hoş sohbetlere, tatlı tatlı şakalaşmalara, rakip olsa dahi birbirine karşı duyulan kardeşliklere tanık olunca sporun unutulan yüzünü anımsadım. Küçük yüzücülerin böylesi bir ortamda kulaç atıyor olmasından geleceğimiz için umutlandım. Özellikle dolunayda akşam saatlerinde yapılan ‘Ay Işığı Yarışı’ ile Koruncuk Vakfı yararına yapılan yarışlara katılanlara gıpta ile baktım. Kondisyon şahane, yaşlı-genç herkes hepsi maşallah çakı gibiydi. Neşeleri tartışılmazdı. Sporun dostluk dolu, kardeşlik dolu, sevgiyle saygıyla bezenmiş bu gülen yüzünü görünce içimde çiçekler açtı desem yeridir. Seneye yaz başında yapılacak yarışları daha şimdiden dört gözle beklemeye başladım.
ŞU ABD’NİN İŞLERİOlmadı be ABD. Bak ne zamandır dosttuz, müttefikiz. Öğrencisi var, hastası var, ameliyat olacak olanı var, oralarda yaşayan oğlu – kızı olan var, doğum yapanı, gelecek olanı, malını satmak için Amerika’ya gidecek olan iş insanları var. Diplomatı, profesörü, askeri var. Koskoca Türkiye’yi Somali, Yemen, Suriye, İran seviyesine indirmek istemenin ne alemi var. Ümit ederiz kısa sürede bu yanlıştan dönülür. Tamam ilişkiler stabil değil, iniş-çıkış var. Devletler arasında konuşulur, çözülür ama halka karşı uygulanan bu vize yaptırımıyla her iki milletin bireylerini karşı karşıya getirmek hoş mu? Bu kadar aşırı tepki, böylesi orantısız tepki bugüne kadar verilmemiştir zannımca. Bu uygulamayı ABD’nin daha etkili bir planının ilk aşaması diyen de var, yok canım birkaç haftaya işler çözülür diyen de... Bu köklü ilişkilere zarar verecek hadiselerden kaçınmak gerek ve şarttır. Ateşi yükseltmeyip, diplomasiyi, sağduyuyu, aklı, zekayı kenara itmeden dikkatlice süreç atlatılacaktır diye umuyorum. Öyle de olacaktır.