Zenginler heykel evlat edindi

Bu yazı, birilerinin, böylesine yakıcı bir krizin ortasında bile, sırf bir ideal uğruna servet sayılabilecek mebláğlar harcayıp devletin yapamadığını yapmaya çalışmalarının öyküsüdür:

Zengin ve kültürlü bir grubun, dünyada eşi-benzeri olmayan antik Afrodisias kentine sahip çıkmalarının ve Afrodisias'ta devam eden kazılar için geçen hafta sonunda sessizce, kimselere duyurmadan yüzbinlerce dolar bağışlamalarının hikáyesi...

Geçen hafta sonunu kırk kişilik son derece hoş bir grupla beraber Aydın taraflarında geçirdim. Hemen hepsi lisan bilen, mevki sahibi ve gayet varlıklı insanlardı. Zengindiler, hayatlarını hoş bir şekilde geçiriyorlardı ama magazin dergilerinde resimleri çıkan, hemen her gece televole programlarında arz-ı endám eden ‘‘zenginlerden’’ değillerdi.

Bir ortak özellikleri daha vardı: son derece kültürlü idiler ve kültürel faaliyetleri desteklemeye meraklıydılar.

Ciddi çalışmalara maddi destek sağlamaktan zevk alıyorlardı, Aydın'ın iç kesimlerinde bulunan ve arkeologların senelerden beri kazdıkları antik Afrodisias şehri, bu ortak zevklerinden biriydi. Yılda birkaç defa Afrodisias'a gidiyor, kazı ekibiyle buluşuyor, ihtiyaçlarını öğrenip devletin yapamadığını yapıyor, lázım olan parayı hemen orada veriyorlardı. Bu iş için ‘‘Geyre Vakfı’’ adında bir de vakıf kurmuşlardı ve davetli olarak katıldığım geziyi işte bu vakfın başkanı Sevgi Gönül organize etmişti.

Afrodisias'ı o gün güneş tepemizdeyken, hararet gölgede 40 dereceyi bulduğu sırada gezmeye başladık ve turumuz saatler boyu sürdü. Eşi-emsali olmayan antik stadyumda dolaşırken binlerce sene öncesinin tezahüratını işitmeye çalıştık, galip gelen gençlerin defne dallarından taçlarla ödüllendirilmelerini hayal ettik. Camerata Nefesli Çalgılar Grubu'nun bizler için verdiği konserde Fisagor zamanının ezgilerini dinler gibi olduk ve sıra nihayet toprak altından yeni çıkartılan eserlerin ihalesine geldi...

HEYKELLER PODYUMDA

Ama, başka türlü bir ihaleydi bu... Koskoca bir alana düzinelerle antik heykel dizilmişti, kiminin bir ayağı yoktu, kiminin kafası gövdesinden ayrılmıştı ve tamir edilmeleri için bir servet gerekiyordu. İngiliz restoratör sırayla bir heykeli anlatıyor, sergilenebilecek hale gelmesi için kaç para gerektiğini söylüyor ve gruptakilerden biri, o heykelin bütün masrafını üstleniyordu... Ortam bir mezat salonunu andırıyordu ama bu salona seyirci alınmamış, kameralar girememişti; flaşlar patlamıyordu ve çok daha önemlisi, sonradan edinilmiş bir servetin getirdiği şımarıklıktan eser yoktu. Hiç kimse kimin ne harcadığının merakında değildi ve onbinlerce dolar verip bir heykelin restorasyonunu üstlenenler bu işten sadece ve sadece huzur duyuyorlardı.

Afrodisias'a niçin bu kadar geniş yer verdiğimi merak etmiş olabilirsiniz.

Sebebi, basit: Türkiye'de henüz herşeyin çökmediğini, birilerinin böylesine yakıcı bir krizin ortasında bile, sırf bir ideal uğruna kimselere duyurmadan servet sayılabilecek mebláğlar harcayıp devletin yapamadığını yapmaya çalışmalarını nakletmek istedim.

Ama Afrodisias'ta böyle hoşluklar yaşanırken başkaları bu antik kentin birkaçyüz kilometre ilerisindeki Uşak'ta, küçük menfaatler uğruna varolanı yıkmaya, yoketmeye uğraşıyorlar. İşin en acı tarafı, bu kişilerin arasında kültürü korumakla vazifeli müze müdürlerinin de varolması.

Türkiye'deki bu garip kültür ikileminin tam bir örneğini öğrenmek istiyorsanız yandaki yazıyı okuyun ve sonra acı acı düşünün!..

Antik alanda kepçeli cinayet

Bu, dünya arkeoloji tarihine mutlaka girmesi gereken bir hadisenin, binlerce senelik bir yerleşim merkezinin resmi raporlarda menfaat uğruna ‘‘çöplük’’ halini alıvermesinin öyküsüdür.

Uşak Müzesi'nin müdürü Kázım Akbıyıkoğlu ile iki müze uzmanı, 1992 Nisan'ında hazırladıkları bir raporla Uşak'ın Fevzi Çakmak Mahallesi'ndeki bir arazinin Tunç Çağı'ndan ve Roma döneminden kalma bir yerleşim merkezi olduğunu söyleyerek arazinin koruma altına alınmasını istediler. İzmir (2) numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu da, bu rapora dayanarak araziyi aynı yıl‘‘korunması gerekli alan’’ olarak tescil etti.

KAŞIK YERİNE KEPÇE

Aradan beş sene geçti. Arazinin sahipleri tescilli alanda inşaat yapmak istediklerini söyleyerek arazinin yeniden incelenmesini talep ettiler. Kurul, ‘‘bilimsel kazı’’ yapılmasını kararlaştırdı ve görev müze müdürü Kázım Akbıyıkoğlu'na verildi.

Bilimsel kazıların ne şekilde olacağı yönetmeliklerle belirlenmişti. Bu iş son derece dikkat isterdi ve bazı durumlarda kazı sadece bir çorba kaşığıyla yapılırdı.

Müze müdürü bütün bu kuralları bir yana bıraktı, gitti, belediyeden koskoca bir inşaat kepçesi aldı ve arkeolojik alanın altını üstüne getirdi. Etraf binlerce yıllık çanak-çömlek parçalarıyla dolmuştu.

MEĞER ÇÖPLÜKMÜŞ!

Kázım Bey
daha sonra daha da garip bir iş etti: Oturup bir rapor yazdı ve dümdüz ettiği arazinin ‘‘çöplük olduğunu’’ söyledi. Sanki daha önce aynı arazi için ‘‘Burası Tunç Çağı'ndan ve Roma döneminden kalma korunması gerekli bir höyüktür, içerisinden çıkan seramik parçaları müzemize kaldırılmıştır’’ diyen kendisi değil de bir başkasıymış gibi...

Derken iş büyüdü, müzede görevli diğer arkeologlar bu tarih kıyımını durdurmaya çalıştılar, işi savcılığa intikal ettirdiler. Savcılık şikáyeti haklı buldu ama taaa 1900'lerin başından kalma o meşhur ‘‘Memurin Muhakematı Kanunu’’na takıldı ve valilikten müze müdürü için soruşturma izni istendi.

Uşak Valisi Ayhan Çevik, geçen 16 Temmuz günü verdiği kararla herkesi şaşırttı: Vali bey ‘Soruşturmaya a gerek görmedim’’ diyordu. Savcı Cemal Çetin 27 Temmuz günü idare mahkemesine başvurdu ve valinin verdiği kararın iptalini talep etti.

ALPAY BEY NE DİYECEK?

Uşak Müzesi'nde işte böyle işler olup biterken bir başka garabet yaşandı: Kültürü korumakla görevli Kültür Bakanlığımız, alana kepçe sokan müze müdürüne tek bir söz bile etmedi ama hadiseden adaleti haberdar eden müzecileri dört bir yana sürdü. Tahribat serbest, ortaya çıkartmak ise suçtu.

Bütün bunlar, Uşak'ta yaşanan rezaletin sadece bir bölümü... Bendeniz bu işi takip etmeye, inşaat histerisinin gerisinde kimlerin bulunduğunu, bakanlığa hangi siyasi partinin il başkanının baskı yaptığını öğrenmeye karar verdim. Ama öncelikle, Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürü Dr. Alpay Pasinli'nin bu işin üzerine gitmesini ve en azından dávalarında haklı olan personelinin arkasında niçin durmadığını izah etmesini bekliyorum. ‘‘Tayinleri müfettiş raporlarına dayanarak yaptık’’ gibisinden bürokratik gevelemelerle değil, açıkça ve dürüstçe...

Refahyol döneminde kendisi de böyle haksızlıklarla karşılaşmış olan dostum Alpay Pasinli, Uşak Müzesi'nde olup bitenleri, sürgünün ve gadre uğramanın ne demek olduğunu en iyi anlayabilecek konumdadır. Ben, görevini yapan meslekdaşlarını cezalandırmak zorunda ‘‘bırakılan’’ Alpay Bey'in, sürgün kararlarını imzalarken çok daha başka şeyler hissetmiş ve hatırlamış olduğundan eminim.

Ve, işin en acı tarafı: Bu memleketin kültür varlıklarını artık müze müdürleri yoketmeye başladılarsa, söylenecek birşey kalmamış demektir...

3 BİN YILLIK TARİH: AFRODİSİAS

Afrodit’in şehri

Antik dönemde bazı şehirlere aşk tanrıçası Afrodit'in ismi verilir, yani şehir ‘‘Afrodisias’’ adını alır ve böylelikle tanrıçanın korumasında olduğuna inanılırdı.

Bugün Aydın'da, Geyre ilçesinin sınırları içerisinde bulunan Afrodisias, bu şehirlerden biriydi. Kuruluşu 8 bin yıl öncesine, Bronz Çağı'na kadar gidiyordu. Eski Yunan zamanında sıradan bir şehir olan Afrodisias'ın yıldızı Romalılar devrinde parladı. Bölgedeki zengin mermer yatakları sayesinde şehrin hemen tamamı bir heykel atelyesi halini aldı ve Roma İmparatorluğu'nun en gözde heykel yapım merkezi oldu.

Afrodisias'taki ilk kazıları 20. asrın başlarında, bir Fransız demiryolu mühendisi olan Paul Gaudin başlattı. Çalışmalar daha sonraki senelerde küçük çapta devam etti ama Afrodisias'ı dünyaya tanıtan kişi, New York Üniversitesi'nde arkeoloji profesörlüğü yapan bir Türk bilim adamı, Kenan Erim oldu.

Prof. Erim, 1950'lerin sonunda yayınlanan bir İngiliz dergisinde birkaç kalıntının fotoğraflarını görünce bütün mesaisini Afrodisias'a ayırdı ve antik kenti tam 29 yıl boyunca hiç durmadan, azalmayan bir hırsla kazdı. Kazıları finanse edebilmek için zenginlerin desteğini sağladı, Türkiye'de ve Amerika'da birçok vakıflar kurdurdu ve bilim çevrelerinin dikkatini Afrodisias'a çekmeyi başardı.

Kenan Erim 1990'da hayata veda ettiğinde, dünyanın önde gelen arkeoloji alimlerinden biri sayılıyordu ve hayallerini gerçeğe çevirmeyi başarmış ve Afrodisias'ı ortaya çıkarmıştı.

Antik çağlarda şehre faydası dokunan ve unutulmaz hizmetleri geçen kişilerin o şehrin merkezine gömülmesi bir gelenekti ve dostları geleneğin Prof. Erim için canlandırılmasına çalıştılar. Türk hükümeti örneğine az rastlanan bir kadirşinaslık gösterdi ve Prof. Kenan Erim, bakanlar kurulu kararıyla hayatını vakfettiği Afrodisias'a defnedildi.
Yazarın Tüm Yazıları