Paylaş
Gökdelenin dikildiği alanın, 3 Ocak 2002’de Suudiler tarafından buldozerlerle yıkılan ve Türkiye ile Suudi Arabistan arasında bir diplomatik kriz yaratan bizim Ecyad Kalemiz olduğu... Zemzem Kulesi’nde daire alan Türkler orada güle güle otursunlar ve Kábe-i Muazzama’yı da pencerelerinden doya doya seyretsinler. Hattá, o gökdelenin yerinde bir zamanlar várolan kalede, yani Kábe’yi korumak maksadıyla inşa ettiğimiz Ecyad Kalesi’nde, Bedeviler tarafından asırlar boyunca katledilen binlerce Mehmetçiğin hálá varolan sadásını bile işitebilirler, kimbilir?
SABAH Gazetesi’nin dün "Zemzem Kule kapış kapış" başlığıyla manşetten verdiği haberde Kábe’nin hemen karşısına inşa edilen ve "Zemzem" adı verilen ultralüks gökdelende devremülk sistemiyle 700 Türk’ün daire sahibi olduğu yazılıydı.
Haberde, inşaatı tamamlanan Zemzem Kulesi’ndeki devremülklerin Türkiye’deki pazarlamasını "Turco Tour" isimli şirketin üstlendiği söyleniyor ve kulede daire sahibi olan bazı Türkler’in isimleri de veriliyordu ama önemli bir eksik vardı: Zemzem Kulesi’nin yerinde vaktiyle neyin bulunduğu...
İşte, haberdeki bu çok önemli eksiği, bugün ben tamamlayayım dedim:
Zemzem Kulesi’nin dikildiği alan, 2002’nin 3 Ocak günü Suudiler tarafından buldozerlerle gümbür gümbür yıkılan bizim Ecyad Kalemizdir. Kalenin yıkımı o sırada Kanal 7’nin haber sunuculuğunu yapan Ahmet Hakan’ın TV’deki, bendenizin de gazetedeki yayınları sayesinde gündemin en üst sırasına çıkmış ve Türkiye ile Suudi Arabistan arasında haftalar süren bir diplomatik krize sebep olmuştu.
Hatırlarsınız: Suudiler, yıkımdan sonra Ecyad konusunun kendi "içişleri" olduğunu ileri sürmüşlerdi. Hattá, Riyad’ın "Tarihten söz edebilecek son ülke Türkiye’dir ve önce Ermeni meselesini halletmesi gerekir" gibisinden küstahça açıklamalarına bile muhatap olmuştuk.
MEKKE’NİN MANHATTIN’I
Ecyad, o sırada hayatta olan Kral Fahd’ın imzaladığı bir emirname ile yıkılmış ve arazisi, Fahd’ın şimdi 30 yaşında olan en küçük oğlu Prens Abdüláziz’e tahsis edilmişti. Kalenin bulunduğu yerde "Mekke’nin Manhattan’ını" yaratmak için kolları sıvayan Prens Abdüláziz, hemen, "El Beyt Kuleleri" adı verilen beş gökdelenlik bir proje hazırlatmıştı ve "Zemzem", bu kulelerin en yükseği olacaktı.
İşin daha da ilginç tarafı, Prens Abdüláziz’in inşaatını, Usame bin Ladin’in ailesine ait olan "Ben Laden Construction Group" adındaki Suudi şirketinin üstlenmesiydi. Şirket, Kuveytli iki İslami yatırım grubuyla, "Arif" (Aref Investment Group) ve "İcare" (International Ejarah and Investment Company) isimli şirketlerle bir konsorsiyum kurdu ve bu gruplar "Zemzem Kulesi"nin yapımına 390 milyon dolarla katıldılar.
Gökdelenlerin temeli, o zamanın veliahdı olan şimdiki Kral Abdullah tarafından 28 Kasım 2002’de atıldı. Zemzem Kulesi’nde devremülk şeklinde 24 yıllığına kiralanacak olan en küçüğü 33, en büyüğü de 76 metrekarelik 4 bin 668 adet daire bulunacaktı. Kábe’ye bakan dairelerin dönem fiyatları genişliklerine göre 5 bin 972 dolar ile 284 bin 273 dolar arasında değişiyordu. Türk vatandaşlarına 1240 adet daire tahsis edilmişti, satışlar İstanbul’daki "Turco Tour" şirketi tarafından yapılacaktı ve Ecyad’ın enkazı üzerinde yükselecek olan bütün bu binalarla ilgili projeleri, 4 Nisan 2004 günü, bu sayfada ayrıntılarıyla yazmıştım.
KÁBE MANZARALI DAİRELER
Dünkü Sabah’ta manşetten verilen haberin arka planı, işte böyle. Yani, Zemzem Kulesi’nden daire alan ve haberde isimleri geçen işadamlarımızla iş hanımlarımız aslında Ecyad’ın hatırasının üzerinde ikamet buyuracaklar!
Şimdi, bütün bunlardan sonra, bana Zemzem Kulesi’nin Türk sákinlerine "dairelerinizde güle güle oturun" demek düşüyor. Güle güle oturun ve pencerenizden Kábe-i Muazzama’nın manzarasını da doya doya seyredin. Hattá, şimdiki devlethánenizin yerinde bir zamanlar várolan kalede, yani Kábe’yi korumak maksadıyla inşa ettiğimiz Ecyad Kalesi’nde, Bedeviler tarafından asırlar boyunca katledilen binlerce Mehmetçiğin sadásını bile işitebilirsiniz, kimbilir?
Danimarkaı masalcı Andersen yenge İstanbul’da da çok masal yazmıştı
DANİMARKA, uzun zamandır ardarda yaptığı patavatsızlıklarına hafta içerisinde bir yenisini iláve etti ve havaalanı polisi, Kopenhag’a giden Devlet Bakanımız Ali Babacan’ın üstünü aramaya kalkıştı.
Danimarka dendiğinde benim aklıma gelen ilk isim, Andersen’dir; yani meşhur masalcı Hans Christian Andersen... Ama açıkça söylemem gerekirse, Andersen’in masallarından çocukluk yıllarımda da, sonraları da hiç zevk almamışımdır. Karanlık masalların genellikle tatsız ve acı biçimde, üstelik çocuk ruhunu tırmalayan şekillerde sona ermesi, meselá "Kibritçi Kız"ın soğuktan donması ve "Çirkin Ördek"in birdenbire ölüvermesi gibisinden kötümser finaller, beni Andersen’den hep uzak tutmuştur.
İşte, Danimarka’daki son rezalet bana yeniden Andersen’i hatırlattı ve Danimarkalılar’ın medár-ı iftiharı bu hikáyecinin bizimle ilgili olan ama az bilinen bir bağlantısını nakletmek istedim.
BEYOĞLU’NDA 10 GÜN
Andersen, 1805’te Danimarka’nın ikinci büyük şehri olan Odense’de doğdu. Babası bir kundura tamircisi, annesi de evlere çamaşıra giden zavallı bir kadıncağızdı. 11 yaşındayken babasını kaybeden Hans Christian, tiyatrocu olabilmek için Kopenhag’a gitti ama oyunculukta başarı sağlayamayınca yazarlığı seçti ve ilk masal kitabını 25 yaşındayken yayınladı. Sonraki senelerde masallarının yanısıra çok sayıda roman, tiyatro eseri ve seyahat kitabı da yazacak ve uzun gezilere çıkacaktı.
Hans Christian Andersen’in yazarlığının yanısıra hep tartışılan bir diğer tarafı da, cinselliğe bakışıydı. Masalcının özel hayatı üzerine çalışan modern araştırmacılar, Andersen’in büyük ihtimalle eşcinsel, belki de biseksüel olduğunu söylüyorlar ve çıktığı uzun yolculukların bir sebebini de yabancı diyarlarda bu şekilde maceralar yaşamak arzusuna bağlıyorlar.
Andersen, işte bu gezilerinden birinde, 1841’de çıktığı yolculuk sırasında 25 Nisan günü İstanbul’a da gelmiş ve 10 gün boyunca Beyoğlu’nda şimdi artık várolmayan "İngiltere Oteli"nde, yani "Hotel d’Angleterre"de kalmıştı.
Beyoğlu’nun Haliç’e bakan cephesinde ve bugünkü İngiliz Konsolosluğu’nun hemen yanıbaşında olan Hotel d’Angleterre, İstanbul’un yabancıların kalması için açılan ilk oteliydi. 1841’de Mısır Valisi’nin seyisi tarafından kurulmuş ve İstanbul’a gelen birçok meşhuru ağırlamıştı.
Danimarkalı masalcı, sonraki senelerde defalarca isim değiştiren ve 1970’lerde yıktırılan bu otelde on gün kaldı. Sonraki senelerde yayınladığı seyahat günlüğünde, İstanbul’dan "hayal şehir" diye bahsedecekti.
DÜK’ÜN BÜYÜK AŞKI
Andersen araştırmacıları, yazarın İstanbul’da kimlerle görüştüğünün ve neler yaptığının ayrıntılarını bilmiyorlar ama az da olsa tahmin edebiliyorlar. Bu tahminde, Andersen’in hatıralarında geçen "...Büyük Dük, bahçeden odama uzanan yolu koluma girerek benimle beraber yürüdü. Beni aşk dolu bir şekilde öptü, benden kendisini sıradan bir insanmış gibi sevmemi istedi ve kış aylarını kendisiyle beraber geçirmemi talep etti. Prens tarafından sevilmenin verdiği duygularla ve melankoli içerisinde uykuya daldım. Bu, peri masalı gibi birşeydi" gibisinden ifadeler de yardımcı oluyor.
Son saygısızlıklarını Ali Babacan’a karşı gösteren Danimarkalılar’ın medár-ı iftiharı olan Hans Christian Andersen’in İstanbul’da ne şekilde masallar yazdığını da, artık siz hayal ediverin...
Paylaş