Padişahlar Ramazan'da bırakın su içmeyi, 50 çeşit yemek yerlerdi
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in 29 Ekim sabahı Anıtkabir'de yapılan törende şeref defterini imzalamasından önce önündeki bir bardak suyu afiyetle içmesi, ‘‘Oruç tutanların önünde bu iş yapılır mı?’’ tartışmasını başlattı.
Bizde eski hükümdarlar da bazan Sezer'in yaptığını yapar ve Ramazan günlerinde askerin önünde güpegündüz neredeyse 50 çeşit yemeğin tadına bakarlardı. Ama arada küçük bir fark vardı ve hükümdarlar orduyla sefere çıktıkları zaman, oruç tutan askerin savaş gücünün azalmasına mani olmak için oruç yerler ve böylelikle ‘‘Seferi olanlar oruç tutmaz’’ demek isterlerdi. Ben, bu konudaki bazı tarihi kayıtları nakletmekle yetiniyor ve işin Ankara'daki boyutunu değerlendirmeyi sizlere bırakıyorum.
CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer, 29 Ekim sabahı Anıtkabir'deki törende şeref defterini imzalamasından hemen önce, kürsüde bulunan bir bardak suyu protokolün ve TV kameralarının önünde afiyetle içince, bazı çevrelerde 'Ramazan günü, oruç tutanların önünde bu iş yapılır mı?' tartışması başladı.
Tartışmalar sırasında konuyla ilgili olarak yazılanları ve yapılan yorumları okurken, birdenbire Busbecqu'i hatırladım... Alman İmparatoru Birinci Ferdinand'ın, Kanuni Süleyman'a elçi olarak İstanbul'a gönderdiği Ogier Ghisalin von Busbecque'in ('Bucbek' diye okunur) devletin en tepesindeki kişilerin oruçları hakkında yazdıklarını...
Busbecque, Türkiye'ye tam üç defa gelmiş, İstanbul'dan Amasya'ya kadar gitmiş ve Osmanlı topraklarında gördüklerini dönüşünde kitap olarak yayınlamıştı. Alman elçi, 16. yüzyılın Türkiye'si konusunda bugün de en önemli kaynaklardan biri olarak kabul edilen eserinde Türk devlet yapısının yanısıra halkın günlük hayatı konusunda çok önemli bilgiler veriyor ve bu arada padişahların Ramazan günlerinde savaşa giden ordunun önünde bir güzel yemek yediklerini de yazıyordu.
Alman diplomata göre, ordunun sefere çıkması Ramazan ayına denk gelirse, başkumandan olan padişah, askerin oruç tutarak güç kaybetmesini engellemek için hemen her çareye başvurur, hatta 'seferi' olunduğunu göstermek maksadıyla güpegündüz yemek yerdi. Üstelik işi herkesin önünde yapar, 'otağ-ı humáyun'un yani çadırının önüne sahanlarla tepeleme dolu koskoca bir sofra kurdurur, binlerce askeri sofranın önüne getirtir, sonra oturur ve neredeyse 50 çeşit yemekten azar azar tadardı. Padişah böylelikle 'Savaşa gidiyoruz ve seferiyiz. Seferi olanların oruç tutmamaları gerekir' diyor ve askerin oruç tutarak savaşma gücünün azalmasının önüne geçmeye çalışıyordu.
Busbecque, 'Padişahın böyle yapması Türkler'de eski bir gelenektir. Ordunun sefere çıktığı günlerin Ramazan ayına denk gelmesi halinde padişahlar askerin önünde yemek yerler' diye yazacaktı.
İmparatorluğun parlak devirlerinde uygulanan bu usulü asırlar sonra, çöküş döneminde de denemeye kalktık ama bu defa yüzümüze gözümüze bulaştırdık.
İttihad ve Terakki'nin iktidarda bulunduğu Birinci Dünya Savaşı yıllarında 'başkumandan vekili' olan Enver Paşa da savaşan askerin oruç tutmasını engellemek istemişti. Paşa, Ramazan aylarında cephelere gönderdiği emirnamelerde, cephedekilerin oruç tutmalarında dini bir mecburiyet bulunmadığını hatırlatmış ve kumandanlara 'Oruçlu asker savaşamaz, dolayısıyla oruç tutulmasına mani olun ve gerekirse yasaklayın' demişti.
O günlerde Arap Yarımadası da karmakarışıktı ve Mekke Şerifi Hüseyin'in başlattığı isyan bütün şiddetiyle devam ediyordu. Enver Paşa'nın emirnameleri Hüseyin'in de eline geçti ve Mekke'nin isyancı emiri, dini bakımdan son derece doğru olan bu kararı inanılmaz şekilde tahrif etti. Arap dünyasına hitaben yayınladığı isyan bildirisine Enver Paşa'nın emrini de koydu ama işi 'Türkler dinden çıktılar, hatta orucu bile yasakladılar. Onlara karşı cihad etmek, her Müslüman'a farzdır' haline getirdi.
Ahmet Necdet Sezer'in bir Ramazan sabahı TV kameralarının önünde afiyetle bir bardak su içmesi konusu geçenlerde gittiğim bir iftarda da tartışılıyordu. Busbecque'in yazdıklarını nakletmemden sonra Türkiye'nin önde gelen işadamlarından biri ilginç ama biraz muzip bir yorum yaptı: 'Cumhurbaşkanımız by-passlıdır, dolayısıyla oruç tutması sağlığını bozabilir ve tutmaması gerekir' dedi. 'Hele bir de şekeri varsa, iş daha da fena... Ağzı kurur, konuşamaz; gözü kararırsa şeref defterini bile yazamaz. Önündeki suyu içmekle, eski hükümdarların izinden gitmiş oluyor'.
Ben, Alman elçisi Busbecque'in yazdıklarını ve Dünya Savaşı yıllarında bu işi yüzümüze gözümüze nasıl bulaştırdığımızı nakletmekle yetiniyor ve işin Ankara'daki boyutunu değerlendirmeyi sizlere bırakıyorum.
Bizi hiç sevmedi ama farkında olmadan çok büyük iyilik etti
OGIER Ghisalin von Busbecque, 1522'de gayrımeşru bir ilişkinin meyvesi olarak dünyaya geldi. Babası zengin bir arazi sahibiydi ve sonradan tanıyıp meşrulaştırdığı oğlunu zamanının en iyi üniversitelerinde okuttu.
Delikanlılığında, Orta Avrupa'nın en güçlü hükümdarları olan Beşinci Karl'ın, daha sonra da Ferdinand'ın hizmetine giren Ogier, 1555'te Avusturya elçisi olarak Türkiye'ye geldi ve 1555'in 15 Nisan'ında zamanın hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman tarafından kabul edildi. Daha sonra memleketine döndü ve bir sene sonra Türkiye'ye yeniden gönderildi ve kendi iddiasına göre, sarayın İstanbul'daki Fransız elçisinin çıkarttığı dedikodulara inanması yüzünden işini istediği gibi yapamadı. Memleketine döndü ama daha sonraki senelerde Osmanlı başkentine üçüncü defa gönderildi.
İstanbul'da bulunduğu sırada yerinde şimdi kız yurdunun yükseldiği Çemberlitaş'taki 'Elçi Sarayı'nda kalan Busbecque, elçilik vazifesinin yanısıra kültürel faaliyetlerde de bulundu. Çok sayıda eski Yunanca elyazması eser topladı ve bu kitapları Viyana'daki Kraliyet Kütüphanesi'ne bağışladı.
Busbecque, Türkiye'deki vazifesini tamamladıktan sonra Avrupa imparatorlarının verdiği önemli hizmetleri de yerine getirdi ve Avusturya'nın Paris elçisiyken, 1592'de burada öldü.
Türkiye'ye defalarca gelmesine ve Avusturya ile Türkiye arasında barış yapmakla görevli olmasına rağmen, Busbecque, Türkler'i hiç sevmemiş ama Türkiye'nin kültür tarihine büyük katkıları olmuştu. Ankara'daki Augustus Anıtı'nı ortaya o çıkartmış ve yayınladığı hatıraları, 16. yüzyıl Türkiye'sindeki günlük hayat hakkında bilgi veren en önemli kaynaklardan biri kabul edilmişti. Busbecque'in Latince olarak kaleme alıp 1581'de yayınladığı 'İstanbul ve Amasya seyahatnamesi ve askeri konularda Türkler'e karşı alınacak tedbirlerle ilgili tavsiyeler' isimli eseri, bu alanda bugün de en önemli kaynaklardan biri kabul ediliyor.