Paylaş
Birkaç haftadır dünya gündeminin ilk sırasına yerleşen Endonezya'yla yıllar öncesine dayanan çok özel bir yakınlığımız vardır. 1959'da Türkiye'ye gelen zamanın Endonezya Cumhurbaşkanı Sukarno'un koynuna o günlerin en namlı randevucusu Lüks Nermin'in kızlarından birini sokup başkana belsoğukluğu bulaştırmamıza dayanan bir yakınlıktır bu...
Endonezya dünya gündeminin en tepesine çıktı, yerleşti... Memleketin neredeyse yarısının sahibi olan Başkan Suharto IMF'in yazdığı reçeteyi uygulamaya kalkıp iğneden ipliğe herşeye yeniden zam yapınca millet sokağa döküldü, öğrenciler parlamentoyu bastı, yağmalar aldı başını gitti ve Suharto için istifadan başka yol kalmadı. Endonezya hâlâ için için kaynıyor ve çok yakında yeni hadiselere sahne olması bekleniyor...
Binlerce kilometre ötemizdeki bu adalar devleti iki sene önce Türkiye'nin gündemine de girmişti. Zamanın başbakanı Necmettin Erbakan çıktığı ‘‘Uzakdoğu İslam'ı’’ turuna Endonezya'yı da katıp Cakarta'ya gitmiş ve kalkınmasını Türkiye'ye örnek göstermişti. ‘‘Asya kaplanı’’ Endonezya'nın nasıl kalkındığını iki yıl aradan sonra geçen hafta hep beraber gördük...
Bizim Endonezya'yla yakınlığımız aslında Erbakan'dan çok daha öncelere, taaa Adnan Menderes'in iktidar yıllarına dayanır. Dünya tarihinde eşi-emsali olmayan çok özel ve ‘‘cinselliğe’’, daha doğrusu ‘‘cinsel hastalığa’’ dayanan unutulmaz bir yakınlıktır bu...
Bakın, nasıl:
Bu hafta istifa edip giden Cumhurbaşkanı Suharto'dan önce, Endonezya'nın başında Ahmed Sukarno vardı. Asıl mesleği mühendislikti ve 1920'lerden itibaren o zamanlar Hollanda'nın sömürgesi olan memleketini bağımsız yapmak için çalışmış, bu uğurda hapislere düşmüştü. Muradına 1945 Ağustos'unda erdi, Endonezya'nın bağımsızlığını ilân etti ve ilk cumhurbaşkanı oldu.
1965'e kadar ülkenin tek hâkimiydi ama o sene yaşanan bir darbe girişimi Sukarno iktidarının da sonunu getirdi ve darbeyi bastıran Suharto adında bir general Endonezya'nın güçlü adamı oluverdi. Suharto üç yıl boyunca hiç durmadan temizlik yaptı, 250 binden fazla komünist gerillayı öldürdü ve 1968'de başkanlık koltuğuna oturdu. Sukarno ise öldüğü tarih olan 1970 Haziran'ına kadar göz hapsinde yaşayacaktı.
Eseri olan Endonezya'yı senelerce demir yumrukla idare eden Sukarno'nun bir zaafı vardı: Kadınlara normalden çok fazla düşkündü ve hem halk, hem de diplomatlar arasında bilmeyen yoktu bu zaafını.
1959 Nisan'ının son haftasında Türkiye'ye geldi Sukarno. Zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın davetlisiydi. Ankara'dan sonra İstanbul'a geçti, Dolmabahçe Sarayı'nda ağırlandı. Başkanın cins-i lâtif merakından Türk hariciyesi de haberdardı ve zarif bir jest yapmak istediler başkana: Zamanın en meşhur ‘‘seksüel prodüktörü’’ Lüks Nermin'in en gözde kızlarından biri Sukarno'ya eski deyimiyle ‘‘döşek yoldaşı’’ edildi. Neticede Türkiye'den gayet memnun,‘‘tatmin olmuş’’, hatta gezisini de bir gün uzatmış şekilde ayrıldı ve Polonya'ya gitti Sukarno.
Diplomatlarımız görevlerini yapmanın huzuru içerisinde Cakarta'dan gelecek şık teşekkürü beklerken tam tersi bir mesaj aldılar: Endonezya büyükelçisi başkanın İstanbul'da ‘‘belsoğukluğu’’ kaptığını söylüyor ve Türkiye'yi kınıyordu. Lüks Nermin'in ‘‘kız’’ı hastaydı ve saraydaki sıcak gecede Sukarno'yu da ortak etmişti hastalığına.
Kabak, tabii ki Lüks Nermin'in başına patladı. Hariciyenin de iştirak ettiği bir muhabbet tellâllığından sözedilmesi mümkün olmadığı için bir başka kulp takıldı, döviz kaçakçılığıyla suçlandı ve birkaç aylığına içeri atıldı kadıncağız...
İşte, Sukarno'nun İstanbul'da başlayıp Cakarta'da sona eren uçkur macerasının kısa öyküsü... ‘‘Endonezya'yla dünya tarihinde eşi-emsali olmayan çok özel bir yakınlığımız vardır’’ demekte haksız mıyım?
Bu işlerin duayeniydi
Tarihçi Cevdet Paşa, ‘‘Tezâkir’’inde ‘‘Langa Fatma’’ adında bir kadının ölümünü anlatırken ‘‘Edirnekapı semtinde bayağı bir mahallede kibar ve zarif bir şekilde kerhanecilik yapmakta olan ve zaptiyenin bile söz geçiremediği meşhur Langa Fatma ...dünyaya veda etti. Böylece İstanbul'un en büyük kerhanesi kapandı ve ondan sonra o derecede muhteşem bir kerhane açılmadı. Vefatına bazı şairler tarih bile düşürdüler’’ diye yazar.
Lüks Nermin, Langa Fatma'nın açtığı yolun 60-70 yıl sonraki temsilcisiydi. Mesleğe Beyoğlu'ndaki Rumeli Hanı'nda atılmış, zamanla çok yer değiştirmiş ve Osmanbey'de karar kılmıştı. 1960'ların başına kadar hizmet verdi ama avâma değil, üst düzeye çalıştı. Bunun böyle olduğu kendisine yakıştırılan isimden de belli değil mi?
SICAK GECENİN ÖNCESİNDE... Endonezya Cumhurbaşkanı Ahmed Sukorno, 1959 Nisan'ının son haftasında Ankara'da, Celal Bayar ve Adnan Menderes'le bir arada... Sukarno, birkaç gün içerisendi İstanbul'da belsoğukluğu kapacaktır.
İstanbul'un 400 yıl önceki çizgi romanı nihayet yayınlandı
Üçüncü Murad'ın 1582'de hazırlattığı minyatür albümü ‘‘Surname’’ Osmanlı sanatının en önemli kaynaklarından biriydi ve asırlarca minyatür meraklılarının içini gıcıklamıştı. 400 küsur seneden beri Topkapı Sarayı'nda saklanan albüm, Prof. Dr. Nurhan Atasoy tarafından geçenlerde yayınlandı.
‘‘...İstanbul 1582 yılında büyük bir kutlamaya sahne olmuş, 52 gün 52 gece boyunca başkentte yer yerinden oynamıştı.
...Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihinin en geniş topraklarına sahip olduğu, pek çok millet ve etnik grubu egemenliği altında tuttuğu yıllardı. Sultan Üçüncü Murad, oğlu Şehzade Mehmed'in düğünü için dillere destan olacak bir şenlik düzenlenmesi emrini vermişti. ...Sünnet düğünü o zamana kadar yapılmış en görkemli düğünlerden daha görkemli olmuş, önceki bütün şenliklerden daha uzun sürmüş, uluslararası bir festivale dönüşmüştü. Padişahın emriyle şenliklerin bütün öyküsü yazılıp resimlendirilerek Surname-i Humâyun adını taşıyan bir kitap haline getirilmiş, böylece Türk kültür ve sanat tarihine dünyada benzersiz bir kitap kazandırılmıştı. ...Metin ve minyatürleriyle Surname, 16. yüzyılda Osmanlı yaşam tarzını ayrıntılarıyla bulabileceğimiz bir bilgi kaynağıdır...’’
Prof. Dr. Nurhan Atasoy, ‘‘Surname-i Humayun’’un girişinde Nakkaş Osman'ın beş yılda tamamlayabildiği eserini tanıtırken böyle yazıyor.
Dört asırdan beri Topkapı Sarayı Kitaplığı'nda saklanan ve hakkında bugüne kadar üstüste araştırmalar yapılan ama bir türlü yayınlanamayan 427 minyatürlü Surname, meraklılarının kütüphanesindeki yerini nihayet aldı: Prof. Atasoy 1962'de tamamladığı doktora tezini basacak bir yeri tam 35 sene sonra bulabildi ve kitap geçenlerde Koçbank tarafından yayınlandı. Minyatürleri gerçek boyuna yakın şekilde basıldı, metin kısmı özetlendi, kapağındaki motifler yayına da kapaklık etti ve boyundan dolayı kitaplık raflarına sığmasa bile salonunuzun köşesinde itinayla muhafaza edeceğiniz nefis bir eser ortaya çıktı.
Eseri bastırabilmek için 35 sene boyunca çalmadık kapı bırakmayan Prof. Dr. Atasoy'u bu bitmeyen inadının neticesinde böyle bir eser verdiği için kutluyorum.
Surname'nin bildiğim kadarıyla meraklısı çoktur. Bu meraklılar az sayıda basılan esere sahip olabilmek için kitabın yeni baskılarının yapılıp piyasaya verilmesini bekliyorlar.
Sırtını partiye dayayan müdür adayının marifeti
Kültür Bakanlığı'nın İstanbul örgütü bugünlerde hayli huzursuz. Müzisyeninden müzecisine, arkeoloğundan sanat tarihçisine kadar hemen herkeste bir rahatsızlık var. Sebebi, şehrin kültür müdürlüğünü senelerdir yapan Rahmi Çubukçu'nun bir dış göreve atanması ve ondan boşalacak koltuğa oturacağı söylenen kişi hakkındaki söylentiler.
Paris ve Londra gibi merkezlerde kültür alanında yöneticilik neyse, 2 bin 500 yıllık İstanbul'da Kültür Müdürü olmak da odur. Dolayısıyla işin başına getirilmesi düşünülen kişinin bazı özelliklere sahip bulunması gerekir. Meselâ işin uzmanı olan onlarca kişi dururken asıl mesleği öğretmenlik olan bir konser salonu yöneticisinin adaylığı tartışılır. Hele kararnamesi başbakanlığa gönderilen o aday bir hükümet üyesini kastederek ‘‘Bakan C... yakınımdır, dosyamı elden takip ediyor. Özel kuryeyle Çankaya'ya yolladı, tayinim birkaç gün sonra çıkar’’ diyorsa ve daha dereyi görmeden etrafa ‘‘Sen şunu, sen de şunu yap... Filanca işi de şöyle halledin’’ gibisinden talimatlar yağdırıyorsa, o adayın gereken özelliklere sahip olup olmadığı tartışma konusu olur. Hele bazı ‘‘altın künye’’ meseleleri gündeme gelirse, tartışma daha da büyür...
Kültür Bakanlığı'nın İstanbul teşkilâtında görev yapanlar bugünlerde işte bunları konuşuyorlar ve hayli endişe içerisindeler. İlgililere bir duyurayım dedim...
Zaptiye katkınızı bekliyor
Çevrenizde birileri başkasının kitabının üzerinde imzasını atıp kendi adıyla mı yayınlandı? Veya tarihî, kültürel bir cinayete mi tanık oldunuz?
Bana yazın, ama kanıtıyla yazın... İster doğrudan Hürriyet’e adıma gönderin, ister ‘PK. 250 Teşvikiye-İstanbul’ adresine yollayın, isterseniz (212) 2276124 numaralı faksa bildirin ve hemen meşhur edelim o kişiyi... Unutmayın; ‘Kültürel muhbirlik, tarihimizin ve kültürümüzün emniyetidir’...
Paylaş