İster misiniz, Cenin’de Cemal Paşa’nın altınlarını bulsunlar
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Çoğumuz, Cenin'in varlığını geçen hafta uğradığı feláketten sonra öğrendik. Cenin, bir zamanlar Beyrut viláyetimizin Balka sancağına bağlı bir kasabamızdı ve adı Birinci Dünya Savaşı'ndaki bozgunumuzdan sonra, adı bir efsaneyle beraber anılır olmuştu.
Güya, İttihad ve Terakki'nin üç liderinden biri olan Cemal Paşa'nın askerleri, Filistin'i terkederlerken yanlarındaki sandıklar dolusu altını İngilizler'in eline geçmemesi için buraya gömmüşlerdi. Cenin, işte bu yüzden seneler boyu definecilerin akınına uğradı. Ben, TV'lerde Cenin'in son halini gördükçe hep bu altın efsanesini hatırlıyorum ve Cemal Paşa'nın Afganistan'dan yeni dönen torunu Hasan Cemal'i elinde metal dedektörüyle oralarda dedesinin altınlarını ararken hayal ediyorum.
Kudüs'ün kuzeyinde ‘‘Cenin’’ adında bir yerin mevcudiyetini, çoğumuz orada geçen hafta yaşanan ve taş üstünde taş bırakmayan işgal feláketinden sonra öğrendik.
İsmini artık hep bu faciayla beraber hatırlayacağımız Cenin, bir zamanlar Beyrut viláyetimizin Balka sancağına bağlı bir kasabamızdı ve İstanbul'dan gönderilen genç kaymakamlar tarafından idare edilirdi. Derken, Birinci Dünya Savaşı'nda uğradığımız bozgundan sonra, Cenin'in ismi bir altın efsanesiyle beraber anılır oldu. Filistin'i boşaltan Türk birliklerinin, yanlarındaki sandıklar dolusu altını İngilizler'in eline geçmemesi için buraya gömdüğüne inanıldı ve Cenin bu yüzden seneler boyu definecilerin akınına uğradı.
İşte, İttihad ve Terakki'nin üç liderinden biri olan Cemal Paşa'dan İngiliz Generali Allenby'ye, Nazi Partisi'ne mensup bir Alman baronundan Ürdünlü definecilere kadar uzanan bu sandıklar dolusu altın hikáyesinin kısa öyküsü:
DİN KARDEŞİMİZE RÜŞVET
Kudüs'ü, 1917'in 9 Aralık'ında General Allenby'nin kumanda ettiği İngiliz birliklerine terkettik. O taraflardaki ordumuzun başında bulunan Cemal Paşa yenilmişti, İngilizler kuzeye doğru ilerlediler ve onlar ilerledikçe biz geri çekildik.
Genel karargáhımız önce Nablus'a taşındı, İngilizler'in yaklaşması üzerine daha geriye, Násıra'ya, nakledildi. Cemal Paşa 12 Aralık günü bütün yetkilerini bir Alman maraşalına, von Falkenhayn'adevredip İstanbul'a doğru yola çıktı. Trenle dönüyordu ve trenin istasyondan ayrılmasından sonra iki saat boyunca hiç durmadan ağladı.
Altınlarla ilgili söylentiler, işte bu geri çekilme sırasında başladı: İngilizler, savaş devam ederken Arap kabilelerini ve şeyhleri altına boğmuşlardı, Araplar'ın bize karşı ayaklanmalarının, üstelik ‘‘cihad’’ ilán etmelerinin gerisinde, bu altınların büyük rolü vardı.
Aynı taktiği bozgun öncesinde Cemal Paşa da uygulamak istedi ama Osmanlı hazinesi tamtakırdı ve din kardeşlerimizi satın almamıza yarayacak altınlar, müttefikimiz Almanya'dan geldi. Berlin'den sandıklar içerisinde Kudüs'e yollanıyor, çok azını bizim dağıtmamıza izin veriliyor ve Arap şeyhlerine ödemeleri Alman subaylar yapıyorlardı.
Derken bozguna uğradık, Kudüs'ün düşmesinden sonra karargáhımız daha yukarılara taşınınca Filistin'deki birliklerimize kumanda eden Alman maraşali Liman von Sanders, bütün altınların Nasıra'daki karargáha getirilmesini emretti.
Altın sandıkları katırlara yüklendi, Türk ve Alman subaylarının koruması altında yola çıkıldı. Cephenin değişik yerlerinden getirilen sandıkları taşıyanlar o zamanlar ufak bir kasaba olan Cenin'in dışında bir yerde buluştular. Nasıra'ya buradan beraberce gidilecekti.
DEFİNECİ ARKEOLOGLAR
Ama İngiliz birlikleri yolları kesmişlerdi. Yer yer çarpışmalar oluyordu ve askerler, söylentilere göre, Nasıra'ya kadar gidemeyebileceklerini farkedince altınların İngilizler'in eline geçmesini önlemenin yolunu, sandıkları hemen oracıkta toprağa gömmekte buldular. Sandıklar kazılan derin çukurlara yerleştirildi ve bu çukurların alelácele haritaları çizildikten sonra vuruşa vuruşa Násıra'ya doğru ilerlemeye başlandı. İngiliz kurşunlarından kurtulabilenler karargáha ulaştılar, kurşunlara hedef olanlar ise düştükleri yerde kaldı. Bunlar kimi Edirne'den, kimi Erzurum'dan, kimisi de İstanbul'dan gelmiş gençlerimizdi.
Birkaç gün sonra, büyük çöküşü yaşadık ve Ortadoğu'daki dört asırlık Türk idaresi nihayete erdi. Önce Suriye taraflarına, hemen arkasından da Toros eteklerine çekildik.
Derken aradan seneler geçti, altınlarla ilgili söylentiler Cenin taraflarında efsaneleşti. Herkes, Türk askerlerinin toprağa gömdüğü sandıkları dolusu altının derdindeydi. Gizliden gizliye definecilik başladı ve bu merak zamanla apaçık bir hal aldı: Sebebi, sadece Cenin sakinlerinin değil, yabancıların da altınların peşine düşmeleriydi.
Bir Alman tarihçi grubu 1924'te Kudüs'e geldi ve o günlerde Filistin'e hákim olan İngilizler'den Cenin'de hayatını kaybeden Alman askerleri için anıt dikme izni aldı. Ama gelenlerin anıt inşaatıyla değil, yamaçları kazmakla meşgul oldukları anlaşıldı ve İngilizler hepsini sınırdışı ettiler.
Gene yıllar geçti, 1936'ya gelindi ve sahneye bu defa bir Alman asilzadesi, Otto von Bolschwing adında bir ‘‘Baron’’ çıktı. O da Cenin taraflarında dolaşıp birşeyler ararken yokoldu. Baron Bolschwing daha sonra Nazi Almanyası'nda Yahudiler'in ortadan kaldırılması programlarında görev alacak ama savaş bitince Washington'dan sığınma hakkı elde edecek, 1970'lerdeki ölümüne kadar Amerika'da yaşayacak, hakkında CIA'de çalıştığı yolunda söylentiler çıkacak ve tarihe İkinci Dünya Savaşı'nın en esrarlı isimlerinden biri olarak geçecekti.
CENİN, HASAN CEMAL’İ BEKLİYOR
Artık bu altın hikáyesini öğrenmeyen Ceninliler, kasabada deşilmedik toprak bırakmamışlardı. Birleşmiş Milletler, Araplarla İsrail arasında çıkan savaşlar yüzünden yerlerinden olan Filistinliler'in bir kısmını 1953'te kasabanın dışında kurulan bir kampa yerleştirdi, kamp gittikçe büyüyüp Cenin kasabasını da içine aldı ve bu defa mülteciler de definecilik yapmaya başladılar. Hemen herkesin elinde bir hazine haritası vardı. Bu haritalar yabancılara yüksek mebláğlarla satılıyor, satın alanlar kazma küreklerle heryeri delik deşik etmeye koyuluyorlar, aralarına Ürdün'den sınırı gizlice geçip gelen hazineciler de katılıyor ve İsrail polisi yakaladığını sınırdışı ediyordu.
Çoğumuzun, ismini geçen hafta başına gelenlerden sonra öğrendiğimiz Cenin, bir zamanlar bize işte bu kadar yakındı; Cemal Paşa'nın altınlarının hayali de, hemen her Cenin sakininin aklının bir köşesinde mutlaka dururdu.
Ben, TV'lerde günlerdir Cenin Kampı'nın içler acısı halini gördükçe işte hep bu altın efsanesini hatırlıyorum ve Cemal Paşa'nın Afganistan'dan geçenlerde dönen torunu Hasan Cemal'i elinde metal dedektörüyle Cenin taraflarında dedesinin altınlarını ararken hayal ediyorum.
Ey medyacılar! Bu isimleri artık bir öğreniverin!
Şemseddin Sami, Türkçe'nin gelmiş geçmiş en önemli sözlükçüsü ve ansiklopedisti kabul edilir. 1850 ile 1904 seneleri arasında yaşamıştır ve tek başına hazırladığı altı cildlik ‘‘Kamusü'l-Álám’’ isimli ansiklopedik eseri, araştırmacılar için bugün de hálá kaynak kitaptır.
Bugün dünya gündeminin ilk sıralarında yeralan ‘‘Beytülláhim’’ maddesi, Şemseddin Sami'nin ‘‘Kamusü'l-Álám’’ında, 2 cildin 1426. sayfasında geçer ve maddede bugünün Türkçesiyle şunlar yazılıdır:
‘‘Filistin'de, Kudüs sancağı ve kazasında, Kudüs'ün 10 kilometre güneyinde bir kasaba olup Hazreti İsa'nın doğduğu yer olmakla meşhurdur. Büyük bir kilisesi ve Hazreti Ömer tarafından mescid kabul edilmiş bir binası vardır. Ahalisi 4 bin kişi kadar olup yarıdan çoğu Hristiyan ve geri kalanı Müslümandır. Haçlılar ilkönce bu kasabayı fethedip merkez yapmışlardır. Hazreti Ömer'in mescidine dokunmamışlardır ve mescidin bugün asli şeklinde olduğu söylenmektedir. Hazreti Davud ve Süleyman'ınkabirlerinin de bu kasabada olduğu söylenir’’
Şemseddin Sami'nin yazdıklarını niçin naklettim? Eski adetimiz depreştiği, dış habercilikte kaynak olarak sadece batı ajanslarını alıp isimleri CNN'in teláffuz ettiği yahut AP'yle Reuter'in yazdığı şekilde yazıp söyler olduğumuz, bazı TV kanallarında ‘‘kayanın kubbesi’’ gibisinden sözler uydurur hale geldiğimiz ve Yavuz Selim'den buyana ‘‘Milád Kilisesi’’ dediğimiz yeri birdenbire ‘‘Doğuş Kilisesi’’neçevirdiğimiz için. Daha da önemlisi, artık başka türlü yazıp söylediğimiz bu yerleri 85 sene öncesine kadar İstanbul'dan giden Mülkiye mezunlarının idare ettiğini hatırlatmak maksadıyla.
Aşağıda son günlerde sıkça duyulan bazı yer isimlerinin asırlar boyu kullandığımız biçimleri yeralıyor. Bu isimleri böyle yazmak, bir yerde kendi tarihimize olan borcumuzdur:
Kayanın kubbesi: Ömer Camii yahut Kubbetü's-Sahra.
Doğuş Kilisesi (Nativity Church): Milád Kilisesi.
Kutsal Mezar (Holy Sepulcher): Kıyame veya Kamame Kilisesi.
Nazaret: Násıra.
Hebron: El Halil.
Betlehem: Beytüllahim.
Galile: Celil.
Jericho: Eriha.
Tiberias: Tabariye.
Sidon: Sayda.
Tir: Sur.
‘‘Anne, ben değiştim!’’
Kenar mahallenin fakir genç kızı zengin koca derdine düşmüş. Ne yapıp etmiş, etraftan şık birşeyler bulup üstüne geçirmiş, çehresini değiştirmiş ve annesine günde birkaç defa ‘‘Anne, biz artık değiştik, zenginiz, asiliz, hem zaten asildik diyelim’’ demeye başlamış. ‘‘Duyan yahut inanan çıkar da, zengin koca buluveririm...’’
Kızın hemen her gün ‘‘Ben değiştim, asil oldum’’ demesinden annesine artık gına gelmiş ve kadıncağız sonunda patlamış:
‘‘Sus kız, sus!’’ diye bağırmış. ‘‘Bizi tanıyıp bilenler ölsünler, öyle. Ne halt edeceksen, ondan sonra et!..’’