Enver Paşa’yı bugüne kadar sadece asker olarak bildik ama onun ressamlığı hakkında hiçbir bilgimiz olmadı. Özellikle de portre konusunda çalışmış olan Enver Paşa gayet maceralı geçen hayatının son zamanlarında ressamlık yapmış, 1920 yılında Latvia’da esir olduğu günlerde aç kalmamak için karakalem portreler çizmişti.
Bu sayfada, Paşa’nın Latvia’daki esareti sırasında yaptığı 60 kadar karakalem resimden oluşan ve önümüzdeki günlerde Portakal Sanat Galerisi’nde satışa sunulacak olan albümünden bazı örnekler sunuyorum.
BİZ,Enver Paşa’yı, hep asker olarak tanıdık.
Paşa, bizim gözümüzde Osmanlı İmparatorluğu’nu durup dururken Birinci Dünya Savaşı’na sokan kişiydi. Yenilgiden sonra Turan hayaliyle bir başka maceraya atılmış, Orta Asya’daki Rus hákimiyetine son verip bir Turan Devleti kurmak istemiş, bu uğurdaki mücadelesine devam ederken 4 Ağustos 1922 sabahı Ruslar’ın saldırısına uğramış ve Çegan Tepesi’nde ön safta çarpışırken Rus kurşunlarıyla can vermişti. Filmlere bile rahmet okutacak derecede maceralı geçen hayatını noktaladığında, henüz 41 yaşındaydı.
Bugün bu sayfada, bambaşka bir Enver Paşa görüyorsunuz. ‘Asker’ değil, ‘ressam’ Enver Paşa’yı... ‘Ressam Enver Paşa’nın, içerisinde 60 kadar karakalem çiziminin bulunduğu albümü, önümüzdeki günlerde Portakal Sanat ve Kültür Evi’nde, satışa konacak.
Albümün, ressamı kadar içerisindeki resimlerin öyküleri de son derece ilginç.
Almanya ile müttefik olarak girdiğimiz Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmemizden sonra, İttihad ve Terakki’nin önde gelenleri 1918’in 1 Kasım gecesi bir Alman denizaltısıyla Türkiye’den ayrılırlar. Gidenler arasında Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa da vardır.
Paşa, sürgün yıllarında mesaisini Orta Asya’yı Rus işgalinden kurtararak bir ‘Turan İmparatorluğu’ kurma hevesine sarfeder. Bu maksatla, 1920 ilkbaharında küçük bir uçakla ve sahte bir kimlikle Rusya’ya gitmeye çalışır ama uçağı Latvia’da düşüverir ve sahte kimlikli yolcu, Bolşevik Rus askerlerinin tutulduğu bir esir kampına kapatılır.
Kampın kontrolü oldukça gevşektir, hatta esirlerin şehre gidip gelmelerine bile izin verilmekte, memleketlerine dönmeleri zaten imkánsız olan esirler ise, kaçmayı akıllarına bile getirmemektedirler. Cebinde beş kuruşu olmayan Enver Paşa, kampta daha rahat yaşayabilmek için ressamlık yapmaya başlar. Parası olan esirlerin ve Latvialılar’ın portrelerini çizip satmaktadır.
Enver Paşa’nın esareti dört ay sürecek, bir yolunu bularak kamptan kaçarak yeniden Almanya’ya dönecek ve satamadığı resimlerini yanında götürecektir. Karakalem çizimlerini daha sonra bir albüme yapıştırıp ‘Cici’ diye hitap ettiği eşi Naciye Sultan’a hediye edecek ve albümün ilk sayfasına ‘10 Nisan 1920’den 6 Temmuz 1920 tarihine kadar Letland’da (Latvia’da) olan esaretim ve ba’dehu (sonra) Riga’dan Almanya’ya seyahatim esnasında yaptığım resimler olup sevgili Cici’me hatıra olarak takdim ettim. Berlin, 28 Temmuz 1920. Enver’in’ diye yazacaktır.
Bu sayfada, Enver Paşa’nın albümünde yeralan karakalem çizimlerinden birkaçını görüyorsunuz. Bir zamanlar tek kelimelik bir emriyle yüzbinlerce kişiyi ateş hattına göndermiş olan Enver Paşa’nın ressam olabileceği ve esaret günlerinde karnını doyurabilmek için portre ressamlığı yapacağı acaba hatırınıza gelir miydi?
Enver Paşa’nın oğlu, Sarıkamış şehidleri gibi donarak ölmemişti
BİZDE, tarihle biraz olsun alákası bulunan hemen herkes, Enver Paşa ve Sarıkamış bahisleri geçtiğinde, hep aynı hikáyeyi tekrarlarlar:
‘Paşa’nın oğlu Ali Enver, Avustralya’da yaşıyordu. Bir kış günü hanımıyla beraber tatile çıkmış, ıssız ve dağlık bir arazide otomobilleri bozulmuş, en yakın yerleşim yeri birkaçyüz kilometre ilerideymiş, yardım bulamadıkları için açlıktan ve soğuktan ölmüşler. Cesedleri günler sonra bulunduğunda, Ali Enver’in elinde yolunmuş otların olduğunu farketmişler. İşte, takdir-i iláhi! Allah, Sarıkamış’ta açlıktan ot yiyen ve donarak ölen 90 bin şehidin bedelini, Paşa’nın oğluna anı şekilde ödetti!’
Önce, Enver Paşa’nın oğlu Ali Enver’den kısaca bahsedeyim:
Enver Paşa, Sultan Abdülmecid’in torunlarından Naciye Sultan ile evliydi, ikisi kız biri erkek üç çocuğu olmuş ama 1921’de Almanya’da dünyaya gelen oğlu Ali’yi hiç görememiş, sadece doğduğunu öğrenebilmişti; zira o sırada Türkistan taraflarına gitmişti.
MECLİS’TEN ÖZEL İZİN
Paşa’nın oğlu ve kızları, annelerinin ‘sultan’ olmasından dolayı hanedan mensubuydular ve Osmanoğlu ailesinin bütün üyeleri gibi onlar da Türkiye’ye giremiyorlardı. TBMM, 1939’un 5 Temmuz’unda özel bir kanun çıkardı ve Enver Paşa’nın çocuklarına Türkiye’ye gelip Türk vatandaşı olabilme izni verdi. Çocuklar memlekete döndüler, kızlarından Mahpeyker doktor, Türkán kimya mühendisi; oğlu Ali de asker oldu.
Ali Enver, bir zamanların en meşhur gazetecilerinden Abidin Daver’in kızı Perizat Hanım ile evlendi, 1955’te bir kızları doğdu ve adını Arzu koydular. Çift 1964’te ayrıldı. Ordudan istifa edip özel sektörde çalışmaya başlayan Ali Enver, Türkiye’den ayrıldı, Avustralya’ya yerleşti ve hayatını burada İsviçreli bir hanımla birleştirdi. 1971 Aralık’ında Avustralya’da vefat ettiğinde 49 yaşındaydı.
Şimdi de Ali Enver’in vefatının gerçeğini anlatayım:
Mevsimler, kuzey ve güney yarımkürede birbirleriyle ters zamana tesadüf ederler. Kuzeyde, yani bizde kış şiddetiyle hüküm sürerken, Avustralya’da yazın en sıcak günleri yaşanır; orada kışın bastırdığı zamanlar ise, bizim sıcaktan kavrulduğumuz günlerdir.
TATİL KÖYÜNDE ÖLDÜ
Dolayısıyla, Ali Enver’in vefat ettiği Aralık ayı Avustralya’da yaz sıcağının ortasıdır ve otomobilinin karlarla kaplı bir yerde bozulması diye birşey sözkonusu olamaz. Kaldı ki, Ali Enver ve hanımı dağlara değil, nehir kenarındaki bir tatil köyüne gitmişlerdir. Bir sabah kıyıda yürüyüşe çıkarlar, Ali Enver akarsuyun içinden yürümek ister ama birkaç dakika sonra bir taşa takılıp düşer ve düşerken başını çarpar. Bulundukları tatil köyünün sakinleri yardımına koşarlar, kazazedeyi hastahaneye nakletmek için bir de helikopter gelir, Ali Enver hemen hastahaneye nakledilir ama maalesef kurtarılamaz.
Enver Paşa’nın ailesinden, özellikle de Ali Enver’in kızı Arzu Enver’den öğrendiğim şekliyle, vefat hadisesinin aslı budur.
Geçtiğimiz ay düzenlediği son derece başarılı ve faydalı etkinliklerle bugüne kadar böylesine geniş çapta bahsi hemen hiç edilmemiş olan Sarıkamış faciasını gündeme getiren aziz dostum Prof. Dr. Bingür Sönmez’in Hürriyet’te yayınlanan ‘Enver Paşa’nın oğlu da Sarıkamış’taki askerler gibi donarak ölmüştü’ şeklindeki demecini okuyunca, olayın doğrusunu yazayım dedim.