Hızır’ın Ayasofya’da randevu noktası

İstanbul'da, dara ve sıkıntıya düşenlerin Hızır'la buluşabileceklerine inanılan bazı 'makam'lar vardı. Bunların başında Ayasofya, Çemberlitaş'taki Atik Ali Paşa ve Üsküdar'daki Atik Valide Camileri gelirdi. Ayasofya'nın 'Hızır'ın makamı' olduğuna inanan Fatih Sultan Mehmed'in kubbenin altına top şeklinde bir kandil astırdığı da rivayet edilirdi.

Hızır, dünya üzerindeki birçok uygarlıklarda ve doğmuş olan hemen bütün dinlerde vardır. Destanlara da geçmiştir ve Gılgamış, İskender gibi pekçok destanda 'Hızır' kavramından bahsedilir.

Yahudilikte, Hristiyanlıkta ve en kuvvetli şekliyle de Müslümanlıkta kendini gösteren, Müslümanlar tarafından 'kurtarıcı' olarak bakılan Hızır'ın özellikleri, Doğu Hıristiyanlığı'nın vazgeçilmez büyüklerinden olan Aziz Georgios'a atfedilen güce benzer niteliktedir.

İslámiyet, Hızır kavramıyla ancak 9. yüzyılda tanıştı. Fıkıh álimleri ise kaynakların zayıf olması yüzünden Hızır konusuna hep temkinli yaklaştılar. Bu yüzden Hızır, daha ziyade tasavvufta ve folklorda güç kazandı.

Álimler arasındaki en büyük tartışma konusu, Hızır'ın peygamber mi, veli mi yoksa melek mi olduğuydu. Din uleması, Kur'an'da geçen pasajlara, hadis kitaplarına ve çeşitli kaynaklara dayanarak asırlar boyunca birbirlerinin tezlerini tezi çürütüp durdu.

Ama Hızır'a yüklenen görevin manevi güzelliği tasavvuf geleneğinde son derece etkiliydi. Hiç kimse Hızır'ın varlığının yahut yokluğunun ne gibi bir mahsur doğuracağını düşünmedi. 'Makam-ı Hızır' kavramıyla da Hızır'a büyük bir saygı gösterildi. Bektaşiler meydana serdikleri 12 posttan biri olan 'mihmandar'ın Hızır'a ait olduğuna inandılar. Tarikat ileri gelenleri, darda kalmış insanların Hızır'la karşılaşmasını konu alan 'Hızırname'leri kaleme aldılar. Hızır kavramı, tasavvuf kültürünün yanısıra folkloru da etkiledi. İstanbul'un en meşhur evliyalarından olan Aziz Mahmut Hüdái'nin Üsküdar'daki tekkesinde Hızır ile zaman zaman buluştuğu ve Celveti tarikatındaki 'Hızır Kıyámı' zikrini ondan aldığı; Şeyhülislam Yahya Efendi'nin de dergáhının bahçesindeki bir selvinin gölgesinde zaman zaman yine Hızır'la buluştuğu rivayet edildi.

Dara ve sıkıntıya düşen İstanbulluların da Hızır'la buluşacakları bazı 'makam'lar vardı. Bunların en bilineni Ayasofya idi ve bir efsanede Ayasofya ile Hazreti Muhammed arasında bağlantı kurulmuştu. Guya peygamberin doğumu sırasında bir deprem meydana gelmiş, sarsıntısı İstanbul'a kadar uzanmış ve Ayasofya'nın kubbesi çatlamıştı. Harç bir türlü tutturulamadı ve Hızır'ın tavsiyesiyle Mekke'ye giden 300 keşiş bebeğin 'tükürüğünü' alarak İstanbul'a döndüler. Tükürük harca iláve edildi ve anca bu sayede tutturuldu.

İstanbul'un fethinden sonra mabede giren Fatih Sultan Mehmed, 'Bu kubbe Hızır'ın makamıdır' diyerek kubbenin hemen altına som altından bir top kandil astırdı. Bu kandil çok sonraları kaldırıldı ve Topkapı Sarayı'na gönderildi.

Aynı şekilde Çemberlitaş'taki Atik Ali Paşa ile Üsküdar'daki Atik Valide Camileri de Hızır'ın makamları olarak kabul edildiler. Hızır'ı görüp derdine deva arayacak olanlar bu camilerin kubbeleri altında 40 gün boyunca sabah namazı kılarlarsa Hızır'la mutlaka karşılaşacaklarına inanırlardı. Hızır'ı gördüğünü söyleyenlerden biri, Nakşibendi şeyhi Abdülkadir Efendi idi. Karşılaşmanın Üsküdar'daki Atik Valide Camii'nin son cemaat mahfilinde olduğunu söyledi ve bu olayın hatırasını oraya astırdığı bir levhayla ebedileştirdi.

Sıkıntıdaki kulun imdadına gelenin Hızır olup olmadığını anlamanın tek bir yolu vardı: Hızır'ın sağ elinin başparmağının kemiksiz olduğu ve bastığı yerin yeşerdiği söylenirdi. Dolayısıyla dert sahibinin Hızır olduğuna inandığı kimsenin başparmağını yoklaması ve ayağını bastığı yere bakması lázımdı.

Abdülbaki Hoca'nın Kur'an yorumu


Miracın amacı, insanları sınamaktı


'An o zamanı, hani sana demiştik ki hiç şüphe yok, rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır ve biz sana gösterdiğimiz ruyayı da, Kur'an'daki lÁnetlenmiş ağacı da ancak insanları sınamak için gösterdik ve onları korkutmadayız, fakat bu, ancak onların taşkınlıklarını arttırmada' (İsrá Suresi, 60. áyet).


Ruyadan maksat gözle görüştür ve Hazreti Muhammed'in Mekke'den Kudüs'e gitmesine, oradan da göklere ağmasına, yani Mirac'a işarettir. Mirac hakkında daha Hazreti Muhammed'in zamanında ve Mirac'ı nakleder etmez bir hayli sözler söylendiği için áyette Mirac, 'insanları sınamak için' meydana gelmiş bir olay diye tavsif edilmiştir. Bu ifade, İbn-i Abbas, Cübeyr oğlu Said, Hasen, Katáde ve Mücahid'in sözüdür, 'Hazreti Muhammed Medine'deyken Mekke'yi alacağını görmüştür, buradaki rüyadan maksat budur' da denmiştir. Bu rivayet başka bir yolla İbn-i Abbas'tan gelir.

Lánetlenmiş ağaç, cehennemin dibinden biten zakkum ağacıdır. Bu rivayet, İbn-i Abbas ve Hasen'den gelir. Ebu Cehl, 'Muhammed sizi taşları bile yakacak bir ateşle korkutmada, bir yandan da o ateşin içinden ağaç biteceğini söylemekte' demiş ve müşrikler ateş içinde ağaç olmayacağını dillerine dolayıp alaya başlamışlardı. Bu yüzden, lanetlenmiş ağaç da insanları bir sınama olmuştu. Bu rüya ve ağaç hakkında bir yorum daha vardır. Said oğlu Sehl, babasından şöyle rivayet etmiştir: Hazreti Muhammed, bir gece minberine maymunların çıktığını görmüş, pek üzülmüştü. Bu, Muhammedü'l-Bákır'la C*fer'ü-l Sádık'tan ve Yesar oğlu Said'ten de rivayet edilmiştir. Bu yoruma göre de lánetlenmiş ağaç Ümeyyeoğullarıdır. İncil'de de iyi ağaç ve kötü ağaç temsili vardır.

Reşat Ekrem'le HOŞ SOHBETLER


Sibyan mektepleri


Eski sibyan mekteplerinin gayesi basitti: Çocuklara okuma-yazma öğretmek. Dinin ádabı ve erkánıyla Mur'ın'ın okunması da buralarda öğretilirdi.

Sibyan mekteplerinde hocalık edenler, mahallenin şeref ve haysiyet sahibi kişileri arasından seçilirdi. Bir hocanın şeref ve haysiyetine uymayan yerlere gitmesi şöyle dursun, halkın arasına girip oturması, mahalle dedikodularına karışması dahi hoş görülmezdi. Sibyan mekteplerinde öğretim usulünün başında 'hece' gelirdi. Harfler çeşitli hece tekerlemeleriyle ezberletilir, buradan kelimelere geçilir, yavaş yavaş Kur'an'ın okuması öğretilirdi.

Ramazan MÖNÜSÜ


Papaz Yahnisi

Yahni, her cins balıktan yapılabilir. Balığı güzelce temizleyip yumurta tavası veya toprak bir güvece istif edin. Aralarına halka soğan, doğranmış maydanoz ve domates ile tuz ve biber koyun. İki fincan sirke ile bir buçuk fincan zeytinyağını üzerine döküp ateşe oturtun. Bir saat pişirip balık kendi suyunu çektikten sonra ateşten alın ve soğumaya bırakın. Sirke yerine limon da kullanılabilir.
Yazarın Tüm Yazıları