Paylaş
İstanbul, depremden kaynaklanan tedirginliğin bir benzerini bundan 90 yıl önce de yaşadı. O zamanın gündeminde Halley kuyrukluyıldızının şehre çarpması korkusu vardı ve herkes sokaklardaydı. Derken yıldız geldi, dünyanın yüzbinlerce kilometre uzağından geçip gitti ve İstanbullular'ın çektiği korku mizah yazarlarına malzeme oldu.
İstanbullular, muhtemel bir Marmara depreminin şokunda. Endişe içinde kıvranıyor, meçhul sarsıntının şiddetini tahmine çalışıyor, bir kısmı tevekkülle beklerken bir kısmı tedbir peşinde koşuyor ama meslekdaşının ak dediğine kara demeyi ádet edinmiş deprem uzmanlarının ekranlardaki bitmeyen didişmesini gören herkes daha da bir melále bürünüyor.
Şehirdeki bu şaşkın beklenti, bana İstanbul'da bundan 90 yıl önce yaşanan bir başka paniği hatırlattı: ‘‘Kıyrukluyıldız’’ paniğini...
1909 sonlarının İstanbul'unda bir söylenti, Halley ismindeki kuyrukluyıldızın çok yakında dünyaya çarpacağı ve büyük ihtimalle de İstanbul'u vuracağı dedikodusu almış başını yürümüş, Halley'in ismi halk arasında ‘‘kuyruklu’’ya dönmüştü. 1910'a gelindiğinde huzursuzluk yerini büyük bir korkuya bırakmış, hemen her çıtırtıda ‘‘Eyvah! Lánet olasıca kuyruklu geldi’’ denir olmuş, bir aralık ‘‘yeraltında çelikten odalar yaptırıp içine girme’’ tartışmaları gündemi işgal etmiş, hatta bazı aileler İstanbul'u terkedip gitmişti.
ŞAKKADANAK BAYILDILAR
Halkı sakinleştirme işi, o zamanın Prof. Işıkara’lığını yapan yani Kandilli Rasathanesi'nin başında bulunan astronom Fatin Hoca'ya düştü. Sonraları ‘‘Gökmen’’ soyadını alacak olan büyük álimin defalarca yaptığı açıklamaları kimseler dinlemedi, ‘‘Halley'in dünyaya çarpacağı falan yok, sadece bundan iki sene sonra dünyanın biraz yakınından geçecek’’ gibisinden ifadelerine ise kimseler kulak asmadı.
Aslında çok eski zamanlardan beri bilinen ufacık bir bir yıldızdı Halley. Her 75 yılda bir dünyaya yaklaşıyor, derken gidip bir 75 yıl sonra yeniden geliyordu. Parlak kuyruğu bir hayli uzundu ama kütlesinin çapı topu topu 19 kilometre kadardı. Varlığı miláttan önce 1048'den beri málumdu; yörüngesi ve temel özellikleri 1705'te İngiliz astronom Edmund Halley tarafından ortaya konmuş ve onun ismiyle anılır olmuştu.
Ve beklenen an geldi, Halley 1910 sonbaharında kuyruğuyla dünyayı selámlayıp geçti, gitti. Gİtti ama gerisinde binlerce baygın İstanbullu bıraktı. Derken iş döndü, dolaştı, mizahçılara malzeme oldu, hakkında bir ‘‘Kuyrukluyıldız Destanı’’ bile yazıldı.
KORKUTURKEN GÜLDÜRDÜ
Sonra romancılara ilham verdi ve Hüseyin Rahmi 1912'de ilk dönem Türk romanının en meşhur örneklerinden olan ‘‘Kuyrukluyıldız Altında Bir İzdivaç’’da Halley'in İstanbullular'a çektirdiği korkuyu eğlenceli bir üslûpla tarihe nakletti.
Yandaki kutuda Hüseyin Rahmi'nin ‘‘kuyruklu’’yu anlatan romanından küçük ve eğlenceli bir bölüm yeralıyor. Bu arada merak edenler için kuyruklunun daha sonraki macerasını da söyleyeyim: 1910'daki gidişinden sonra 1986'da tekrar göründü ve yeniden uzayın derinliklerine daldı. Dünyamızı bir sonraki teşrifi ise 2061'de...
Dilerim bu deprem kábusumuz da böyle biter, yani Halley korkusu gibi geçip gider, mizaha malzeme olur ve bizden çok sonraki nesiller 1999 sonbaharında İstanbul'u saran deprem tedirginliğinin öyküsünü tebessümlerle, kahkahalarla okurlar...
Kuyruklu
geliyor kardeş huuuuu!
Hüseyin Rahmi, ölümsüz eseri ‘‘Kuyrukluyıldız Altında Bir İzdivaç’’da Halley'in İstanbul'un günlük hayatını nasıl etkilediğini mizahî ama gerçekçi bir dille hikáye eder. İşte, kitabın bugünün İstanbul'undan bahseder gibi olan en samimi bölümlerinden biri; Bedriye Hanım'ın komşusu Emine Hanım'ı Halley'in geleceğinden haberdar etmesi bahsi:
‘‘- Emine Hanım, azıcık pencereye gel. Bak, neler olacakmış neler. Dünyaya yıldız çarpacakmış. Merakımdan bir yerlerde duramıyorum.
- Aman, ben de korkacak birşey sandım. Ne kadar teláşçısın kardeş. Çarpacaksa çarpsın,ne var? Kapımı kapar, evceğizimde otururum. Bir yere çıkmam. Şimdi karılar 'Nasıl çarpacakmış bakalım' diye sürü sürü seyre giderler. A gitmem, gitmem. İt-köpek arasında çiğnenmeye vaktim yok.
- Emine kardeş, sen ne kadar aptalmışsın. Hiç o koca meret, o saçaklı Raziye bu dünyaya çarpar da senin evin kalır mı ki, kapını kapayıp da içinde oturacaksın?
- Hanım, benim evime birşeycik olmaz. O, helál parayla yapıldı. Kazasker Efendi'nin Çarşamba'daki konağı yıkıldığı vakit onun kerestesiyle kuruldu. İçine kullandıkları yağhane direklerini sen görseydin, şaşardın. Bu dünya yıkılır, gene bizim evimiz yerinde durur. Büyük zelzelede ne kágir yapılar göçtü de evimizin bir kıymığı yerinden oynamadı. Tevekkülün gemisi batmaz, sen merak etme.
- Emine, sen ne kayıtsız kadınsın? Vallahi korkudan bu gece gözüme uyku girmedi.
- Korkma, hepsi yalan. 'Kulli muneccimun hezzár' (Bütün müneccimler yalancıdır). Hacıbabam daima öyle söylemez mi? Geçenlerde de öyle dediler. Gene bir kuyruklu görünmedi miydi? Çarpacak dediler, gökten ateş yağacak dediler. Bilmem daha ne haltlar ettiler. Hiçbirinin aslı çıktı mı? Hay, söyleyenin kemikleri çarpılsın inşaallah’’
Genç Ecevit’ten Işıkara şiiri
Bülent Ecevit bundan tam 54 yıl önce jeologlar hakkında ‘‘Avucumda birer esrarlı kásedir çağlar’’ mısraıyla başlayan bir şiir yazmış ve bu şiir dünya edebiyatının jeologları konu alan bilinen ilk ve tek örneği sayılmıştı. Ecevit'in aynı jeologlar hakkında şimdi ‘‘Çok konuşup halkta panik yaratıyorlar’’ demesi, talihin garip bir cilvesi olsa gerek.
‘‘Şair ilhamını herşeyden alır’’ diyenler haklıymış. Sevgilinin, bir çiçeğin yahut hoş bir manzaranın verdiği ilhamı herhangi bir mesleğin mensubu, meselá bir jeolog da verebilirmiş ve vermiş.
Jeologlar için yazılan şiir, bundan 54 yıl öncesinin tarihini taşıyor. Yayınlandığı dergi, o zamanların en seçkin edebî yayını: ‘‘Varlık’’. Başlığının hemen altında ‘‘Milliyetçi ve Memleketçi Fikir Mecmuası’’ ibaresi var. Şair ise hepimize áşina olan bir isim: Bülent Ecevit.
Bülent Ecevit'in şiirine bir jeoloğu konu almasının sebebi hakkında hiçbir fikrim yok. Robert Kolej'in o zamanlardaki yeni mezunu acaba jeolog olmak istemişti de hevesi kursağında mı kalmıştı, yoksa o meslekten bir yakını mı vardı, yahut 54 yıl sonra başbakanlık koltuğunda oturduğu sırada memleketin gündemini jeologların belirleyeceği taa o zamanlarda mı málûm olmuştu, bilmiyorum. Bu soruların cevabını verebilecek tek kişi Bülent Ecevit'in bizzat kendisi ve yarım asır önce ‘‘Doğuşumdan öncelere doğmuşum / Bekleye dursun geleceklerde ölüm’’ diye seslendiği jeologlar hakkında bugün ‘‘Panik yaratıyorlar’’ demesi de talihin bir cilvesi olsa gerek.
Şimdi, bana şiirin yayınlandığı 1945 Eylül'ünün ‘‘Varlık’’ını temin ederek Türk Edebiyatı'na yeni bir ‘‘sadrazam gazeli’’ kazandıran Ahmet Pekşen'e pek çok teşekkürden sonra, şiirin tam metnini veriyorum. Yukarıdaki kutuda, bundan 54 yıl öncesinin genç şairi Bülent Ecevit'in, jeologlar üzerine yazdığı ve dünya edebiyatında konusu bakımından bir başka örneğinin bulunmadığını zannettiğim şiirinin tamamı yukarıdaki kutuda.
Paylaş