Fener'e Hanedan’dan başkan

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Fenerbahçe'nin kurucularının ve 1950 öncesindeki başkanlarının isimlerinin sicil defterinden silindiğini öğrenince, klübün arşivine küçük bir katkı yapayım dedim: İşte, Fenerbahçe'nin 1919'la 1924 arasında başkanlığını yapan Şehzade Ömer Faruk Efendi'nin öyküsü ve ‘‘benim’’ arşivimdeki hüzün, hasret ama kulüp aşkıyla dolu mektuplarından biri...

Futbolla bugüne kadar hiç ilgilenmediğimi, anlamadığımı ve yazdığım ilk ve tek spor yazısının şu anda okumakta bulunduğunuz satırlar olduğunu peşinen söyleyeyim...

Spor konusunda ilk defa birşeyler yazmaya, gazetelerde geçen gün çıkan bir haberi okuduktan sonra karar verdim: Fenerbahçe Klubü'nün 1950 öncesine ait kayıtları kayıptı. Eski üyelerin isimleri sicil defterinden silinmiş, hatta stadlarına adını verdikleri, kulübün 16 sene başkanlığını yapmış olan eski başbakan Şükrü Saracoğlu bile yokolmuştu. Başkanların, yöneticilerin, ilk dönem üyelerinin, velhasıl Fenerbahçe'nin tarihi silinmişti ve şimdiki başkan Aziz Yıldırım kayıtların elden geçirileceğini söylüyordu.

Haberi okuyunca, sporla hiç alâkam olmamasına rağmen heyecanlandım. Arşivimden birşeyler çıkartayım, Fenerbahçe'yle ilgili birkaç resim ve belge yayınlayayım, kulübün kayıtlardan ismi silinen başkanlarından birini, Şehzade Ömer Faruk Efendi'yi bugünkü yönetime bir hatırlatayım dedim.

Ömer Faruk Efendi, son Halife Abdülmecid Efendi'nin oğluydu. İstanbul'da, 1898'de doğdu. Almanya'da Potsdan Askeri Akademisi'ni bitirdi, İmparator Wilhelm'in hassa alayına katıldı, ilk dünya savaşında Verdun cephesinde savaştı, sonra Türkiye'ye döndü ve bir kuziniyle evlendi: Zamanın hükümdarı Sultan Vahideddin'in kızı Sabiha Sultan'la...

1919'da Fenerbahçe'ye başkan olduğu zaman 21 yaşındaydı ve kulübün tarihinin en genç başkanıydı. Başkanlığı 1924 Mart'ına, hanedanın bütün mensupları gibi ailesiyle beraber o da Türkiye'den çıkartılana kadar, beş sene devam etti.

Faruk Efendi memleketini bir daha göremedi. Sürgünü tam 45 yıl sürdü ve hayata 1969'da Kahire'de, İstanbul hasreti içerisinde veda etti.

Aşağıda, Şehzade Ömer Faruk Efendi'nin İstanbul'da yaşayan bir dostuna 1966'da gönderdiği ve Fenerbahçe'den sözeden bir mektubu yeralıyor. Şehzade, Faruk Ilgaz yönetiminin kendisini hatırlamasından hissettiği memnuniyeti anlatıyor ve beş sene boyunca başkanlığını yaptığı klübün ismini ‘‘Cânım Fenerbahçe’’ diye yazıyor...

Mektubun sonlarındaki ‘‘Beyefendi’’ bahsini, anlamakta zorlanabilecek olanlar için biraz açayım: Sözkonusu cümleler, protokolle ilgili. Ömer Faruk Efendi şehzadelere ‘‘Efendi hazretleri’’ diye hitap edilmesi gerektiği halde kulüpten gelen mektupta kendisine ‘‘Muhterem Beyefendi’’ dendiğini yazıyor ama Fenerbahçe aşkından dolayı bu ‘‘protokol hatasına’’ önem vermediğini anlatıyor...

İşte, ilk spor yazım... Spordan ziyade biraz tarih gibi oldu ama ne yapayım, ben futboldan bu kadar anlıyorum.

‘‘Cânım Fenerbahçe’’ diye başlayan şehzade mektubu

‘‘Pek muhterem beyefendi,

Artık sizin de beni tamamen unuttuğunuzdan emin olmaya mecbur kalıyorum. Evet, daha nasılsa ölmemiş bir cenaze aranır mı? Daha yaşıyor musun, bir ihtiyacın var mı diye soran yok.

...Geçen gün yine mektup yazmakla meşgul idim, postacı geldi ve büyükçe bir zarf uzattı. Üstünde cânım Fenerbahçe Spor Klübü'nü görünce şaşırdım. Mektubu okuyunca büsbütün hayretlere düştüm. Klübün yeni müdürü, sabık reislerinin resmini istiyor! Salonlarını tezyin (süslemek) için! Kırk küsur senedir böyle bir alâka görmediğimden şaşırdım ve mütehassis oldum, teessür duydum ve gözlerimden yaşlar boşandı. Yeni ve eski birer fotoğrafımı, kulüp âzâlarıyla çıkmış olan bir eski resmimi ve göstermiş oldukları alâka dolayısıyla teşekkürlerimi yazdım ve gönderdim. Yeni reisin ismi de Faruk olduğundan, adaşlık hasebiyle bir sempati doğmuş olacak! Bana gönderdikleri klübün ismi, işareti ve arkasına yazdıkları beni çok mütehassis etti: ‘‘Kulüp erkânı, eski reislerine saygılarını sunarlar’’. Şimdi resim çerçeveye geçmiş halde yanımda duruyor. ‘‘Muhterem Beyefendi’’ diye yazmalarına dikkat bile etmedim. Çünki, bilmediklerinden! Bundan birkaç sene evvel de biri bana kezâ ‘‘Beyefendi’’ diye hitap edince ‘‘Affedersiniz ama ben efendi değilim. Öyle olmuş olsa idim memleketten çıkarılmazdım. Bana çok pahalıya malolan unvanımdan vazgeçmeyin, rica ederim’’ demiştim. Bunu size gülün diye yazıyorum. Gülmeyi bile unutmak üzereyim ve unutmamaya uğraşıyorum.

...Muhabbetlerimi takdim... 20 Temmuz 1966.

Ömer Faruk’’

Başkanlarını sanal alemde kaybettiler

Beşinci Murad'ın torunu Şehzade Osman Fuad Efendi de, kuzini Ömer Faruk Efendi gibi profesyonel askerdi. O da Almanya'da okudu ve Potsdam Askeri Akademisi'ni bitirdi. İtalyanlar'ın dünya savaşı öncesinde Libya'ya saldırması üzerine Kuzey Afrika'ya giden Mustafa Kemal ve Enver Bey gibi Türk subaylarının arasındaydı. Cephe kumandanı oldu ama işgal birliklerine esir düştü. İstanbul'a İtalya'yla yapılan barıştan sonra dönebildi ve 1924 Mart'ındaki sürgün kanunu ona da uygulandı. Dünyadan Paris'te, 1973'de ayrıldı.

Kaynaklarda, Osman Fuad Efendi'nin de Fenerbahçe'ye bir ara başkanlık ettiği yazılı. Hatta, Aziz Yıldırım'ın silinen kayıtların yenilenmesiyle ilgili açıklamasında da ismi geçiyor ama Fenerbahçe'nin Web sayfasında Osman Fuad Efendi'den bahis bile yok! Yani ya Aziz Bey başkanlık koltuğuna kendisinden önce oturmuş olanları pek tanımıyor, yahut Fenerbahçe'nin geçmişini İnternet'ten bile kazmışlar.

Sildikleri tarihlerini yeniden yazdıklarını söyleyen Fenerbahçeliler, Osman Fuad Efendi'nin kulüpte başkanlık edip etmediğini belgesiyle ortaya koyup açıklayabilirlerse sadece kendi kulüplerine değil, tarihe de hizmette bulunmuş olurlar.

1998'den 1930 çıkarsa 60 değil, 68 kalır Mehmet Bey!

Patavatsız bir bürokratın sebep olduğu İstiklâl Marşı skandalını Mehmet Barlas da değerlendirdi. Ama ne hatalarla.

Mehmet Barlas, köşesinde geçen çarşamba günü İstiklâl Marşı'ndan söz ediyordu ve yazı başlığından itibaren malumat saçmadaydı: ‘‘İstiklâl Marşı'nın şiiri 76, bestesi ise 60 yaşında!’’.

Konu, patavatsız bir bürokratın sebep olduğu İstiklâl Marşı rezaletiydi. Barlas marşın tarihini anlattıktan sonra ‘‘Günlük esintilere bakarak insanları ve olayları yargılayıp değerlendirirsek hiçbir şeyin ne tadı, ne derinliği kalır. Her olay, bir polisiye vak'aya döner’’ diyordu.

Makaleyi dikkatle okudum, sonra yeniden göz gezdirdim, bir daha ve bir daha derken hatmettim ama esrarına bir türlü varamadım. Ne mesajını çözebildim, ne kimin ve neyin müdafaa edildiğini çıkartabildim, ne de patavatsız bürokratın suçlanıp suçlanmadığını...

Barlas'ın yazdıklarından tek anlayabildiğim, okuyucuya yanlış bilgi verdiğiydi ve hataların hiç olmazsa bir kısmını tashih edeyim dedim...

Önce, teknik tashihler: Ali Rıfat Çağatay'ın bestesi olan İstiklâl Marşı hiçbir zaman resm; marş seçilemiş, sadece ‘‘Maarif Vekâleti tarafından mekteplere tamim edilmiştir’’. Mehmed Akif'in şiirini bestelemiş olanların çoğu, bugün okunan ve Zeki Üngör'e ait olan marşın 1930'da marş olarak kabulüne kadar, bulundukları yerlerde kendi bestelerini söyletmişlerdir. Bu dönemde rağbet gören parçalar arasında Ali Rıfat Çağatay'ın eserinin yanısıra Zati ve İsmail Hakkı Beyler'in besteleri de vardır. Halen yaşı 70'in üzerinde olan birçok İstanbullu marşları gayet iyi hatırlamaktadır ve İstiklâl Marşı'yla ilgili dünya kadar belge, TBMM arşivindedir.

Barlas'ın ‘‘Kuşçuoğlu’’ soyadını bağışladığı bestekâr İsmail Zühtü hiçbir zaman soyadına sahip olamamıştır, zira soyadı kanunundan yıllar önce, 1924'te ölmüştür. ‘‘Kuşçuoğlu’’ sözü, İsmail Zühtü'nün babası nalbant Ahmed Ağa'nın lâkabıdır. Mehmet Bey'in ‘‘Zati Aras’’ yaptığı bestecinin adının doğrusu da ‘‘Zati Arca’’.

Şimdi de basit bir hesap hatasının doğrusu: 1998'den 1930 çıkartılınca kalan Mehmet Barlas'ın yazdığının aksine 60 değil, 68'dir. Bu hesapça İstiklâl Marşı'nın bestesi 60 değil 68 yaşında olmaktadır ve dolayısıyla Barlas'ın başlığı bile yanlıştır.

Mehmet Bey ‘‘Bestelerin de, marşların da öyküleri vardır’’ diyor. Çok doğru... Ama bu öyküleri naklederken yapılması gereken iş ‘‘Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi’’ adını taşıyan kitaptaki yanlışları alıp aynen aktarmak değil; konuyu doğru kaynaklara, meselâ Muhiddin Nalbantoğlu'na ait ‘‘İstiklâl Marşımızın Tarihi’’ gibi eserlere baktıktan ve iyice öğrendikten sonra yazmaktır.

Bir yanlış da Güneri Bey’den:

Güneri Cıvaoğlu, Rolling Stones'un İstanbul konserinden sözeden yazısında sanat dünyasına yepyeni müzisyen sundu: Şerif Mardin.

Şerif Bey, bildiğim kadarıyla sosyologdur. Cıvaoğlu'nun ‘‘Ahmet Ertegün'ün en yakını’’ diye sözünü ettiği kişi sakın Arif Mardin olmasın?













Yazarın Tüm Yazıları