Eski meşhurların paltoları nasıldı?

Hollanda dilindeki ‘‘paltrok’’ sözünden gelen ‘‘palto’’, seksen küsur sene sonra, Orhan Pamuk sayesinde yeniden edebiyat tarihimize girdi.

Ben, Orhan Pamuk'un, Prof. Dr. Nurhan Atasoy'un yeni yayınlanan kitabı için verilen davette kaybolan paltosuyla cebinde bulunan notlarına bin beşer yüzden üç bin dolar değer biçtiğini okuyunca, Türk Edebiyatı'nın hep paltosuz olan ama klasikleşen isimlerini ve birkaç palto macerasını hatırladım.

ORHAN Pamuk yeniden gündeme geldi ama adından bu defa henüz bitmemiş kitabını görmeden yazılan medhiyelerle, kimi eski yazarları eşcinsellikle suçlamasıyla yahut intihalleriyle değil, paltosuyla bahsettirdi.

Hürriyet'te hafta içinde çıkan haberi okumuşsunuzdur: Aygaz, Türk sanat tarihçiliğinin meşhur ismi Prof. Dr. Nurhan Atasoy'un 'Hasbahçe' isimli son eserini yayınlamış ve kitabın tanıtımı için 25 Aralık akşamı Yıldız Sarayı'nda bir kokteyl vermişti. Davet sonrasında vestiyerde kargaşa çıkmış, bazı davetlilerin paltoları kaybolmuştu ve Orhan Pamuk'un paltosu da sırra kadem basanlar arasındaydı.

Asıl haber, bundan sonra geliyordu: Daveti organize eden şirket kaybolan paltoyu tazmin etmeyi teklif edince, Orhan Pamuk, paltosuyla cebinde bulunan notlarının bin beşer yüzden üç bin dolar ettiğini söylemişti.

Pamuk'un talebini okuyunca 'Demek ki, yazarlarımızla beraber paltoları da artık çağ atlamışlar' diye düşündüm. Zira, edebiyat tarihimizin geçmişteki çok önemli bazı isimleri ya bir türlü palto edinememişler, yahut sahip oldukları tek bir paltoyu seneler boyu hiç durmadan giydikleri için palto paltoluktan çıkıp garip bir hal almıştı.

İşte, Türk edebiyatının üç büyük isminin, Ahmed Háşim'in, Mehmed Ákif'in ve Abdülhak Hamid'in palto maceraları:


Háşim’in tek paltosunu zeytinyağlı dolma mahvetti


‘‘Merdiven’’ şiirinin titizliğiyle meşhur şairi Ahmed Háşim, tek bir paltoya sahiptir, zaten kıt-kanaat geçiniyor ve soğuk havalardaki tek sığınağı olan paltosuna gözü gibi bakmaktadır.

Arkadaşları, bekárlıktan perişan düşen şairi rahata ermesi için evlendirmeye karar verir, varlıklı bir ailenin kızını seçer ve şairi güç-belá kızın ailesine akşam yemeğine gitmeye ikna ederler. Gece hoş, yemekler daha hoştur, üstelik müstakbel kayınvalidenin yaptığı zeytinyağlı dolma nefistir. Háşim defalarca 'Ellerinize sağlık!' der, dolmadan birkaç tabak yer, vakit ilerleyince müsaade isteyip kalkar ve paltosunu giyip soğuk gecenin karanlığına dalar. Bir ara üşüyünce elini cebine sokar ama avucunda vıcık-vıcık birşeyler hisseder: Cebinde bir paket vardır.

Hassas şair, paketi çekinerek çıkartınca dehşet içinde kalır: Müstakbel kayınvalide, bir alay zeytinyağlı dolmayı káğıda sarıp müstakbel damadın cebine yerleştirmiştir!

Palto yağ içinde kalmış, Háşim evlenme kararından bir anda vazgeçmiş ama daha da önemlisi, o kışı paltosuz geçirmeye mahkûm olmuştur.


Hámid, eskilikten yeşermiş bir palto giyiyordu


‘‘Makber’’ şairi ve Türk Edebiyatı'nın 'Şair-i Azam' unvanını taşıyan meşhur ismi Abdülhak Hámid, şöhretinin zirvesinde fakat beş parasızdır. Asıl mesleği diplomatlıktır ama vazifesinden azledilmiştir ve Viyana'da sürünmektedir. Giyimi-kuşamı berbattır, devrin en meşhur terzisi Pol'e seneler önce diktirdiği siyah paltosu yeşile dönmüştür.

İstanbul'daki hayranları ise, edebiyat dergilerinde Hámid için medhiyeler düzmekte, özel sayılar çıkartmakta, şairi yere-göğe koyamamaktadırlar. Ama bu edebi çabalar bir türlü maddiyata dönememekte, şairin açlığına deva olamamaktadır.

Hámid, işte bu tezadlar içerisinde, çektiği sefaleti anlatan 'Şair-i Azam' başlıklı meşhur şiirini kaleme alır. Şiirde 'Vaktiyle bütün Pol'de yapılmışsa da heyhááát! / Cümlesi solmuş / Vaktiyle siyah, şimdi fakat yemyeşil olmuş / Bir paltosu vardır' demektedir.

Türk Edebiyatı, böyle bir şiire Hámid'in rengi atmış paltosu sayesinde kavuşmuştur!


Ressam, paltonun içinde anadan doğmaydı


GİYİM-kuşamdan yana derdli olanlar arasında sadece edebiyatçılar değil, ressamlar va vardır. Meselá Türk resminin büyük ismi Fikret Muallá gerçi bir palto edinebilmiştir ama paltonun içerisine giyecek hiçbirşeyi yoktur.

Ressam, 1930'lu senelerde bir gün üzerinde mükellef bir paltoyla Bostancı taraflarındaki pahalı balıkçılardan birine gider. Masaya paltosuyla oturur ve garsona sofrayı donatmalarını söyler. Garsonlar tanımadıkları ressamın paltosuna bakıp ne kadar bahşiş alacakları hayaline dalmışlardır; istakozları, karidesleri ve balıkların en pahalılarını peşpeşe getirmektedirler.

Derken yemek biter, hesap gelir ve ressam pusulaya bakmadan garsonlara döner, 'Vallahi' der, 'Değil size verecek param, ayağıma giyecek donum bile yok'.

Garsonlar inanmaz, hesaba karşılık ressamın üzerindeki pahalı paltoyu almak isterler. Fikret Mualla paltonun düğmelerini çözüp garsonlara döner: İçinde hakikaten hiçbirşey yoktur!


Mehmed Ákif, bir türlü palto sahibi olamamıştı


İstiklál Savaşı'nın dağdağalı seneleridir, 'Çanakkale Şehidleri'nin şairi ve 'Safahat'ın sahibi Mehmed Ákif, Ankara'da Taceddin Dergáhı'nda kalmaktadır.

Büyük Millet Meclisi 500 lira ödüllü bir 'İstiklál Marşı' yarışması açmış, Mehmed Ákif'in şiiri seçilmiş ama şair o gün için bir servet sayılan ödülü almamış ve bir hayır kuruluşuna verdirmiştir. Paltosu yoktur ve Ankara'nın dondurucu soğuklarında sokaklarda ceketle dolaşmakta, yağmurlu günlerde arkadaşı ve meslekdaşı Baytar Şefik Bey'in muşambasını ödünç almaktadır.

Neyzen Tevfik'in kardeşi olan Şefik Bey'in, bir gün yine muşambasını isteyen Ákif'e 'Şu mükáfatı reddetmeseydin de kendine en azından bir palto alsaydın' diyeceği tutar. Şairin cevabı, bu yakın arkadaşıyla aylarca konuşmamak olur. Ákif, bu hadiseden sonra soğuklarda yine ceketiyle titreyerek dolaşacaktır.
Yazarın Tüm Yazıları