Paylaş
Siyaset sözlüğümüz Tansu hanım sayesinde gün geçtikçe zenginleşiyor. Yeni, yepyeni kelimeler kazanıyor ve hacmi giderek genişliyor...
İşte, bunun son örneği:
Hanımefendi iki gün önce Bursa'da konuştu ve Başbakan Mesut Yılmaz'ı dine saldırmakla suçlayıp ‘‘Adın Yılmaz değil, Deccal olsa ne yazar?’’ dedi. Böylelikle ‘‘Jeanne d'Arc’’ ve ‘‘şerefsiz onbaşı’’ gibi kavramlardan sonra sözlüğe yepyeni bir kelimeyi, ‘‘Deccal’’i de ilâve etti.
Tansu hanımın konuşmasında ‘‘Deccal’’ bahsinin geçtiği kısmın tamamı ‘‘Adın Yılmaz değil Deccal olsa ne yazar? ...Camiyi başörtüsünü irtica sebebi sayanlarla ve müslümanlıkla irticayla birbirine karıştıranlarla inançlarından dolayı benim insanlarıma baskı yapanlarla mücadelemiz çok çetin olacaktır’’ şeklindeydi. Ben ‘‘yılmaz’’ kelimesiyle ‘‘Deccal’’ arasında nasıl bir bağlantı olduğunu kavramaktan âciz kaldım. Ama gene de hanımefendinin siyaset sözlüğümüzün kazandığı bu son kavram hakkında biraz bilgi vereyim dedim...
‘‘Deccal’’ Arapça'nın ‘‘devenin bir yanını katranlamak’’, ‘‘bir şeyin her tarafını sarmak’’ demek olan ‘‘decl’’ kökünden gelir. Bazıları ise ‘‘aldatma, kandırma’’ mânâsına gelen ‘‘dacala’’ kökünden türediğini ve mânâsının ‘‘aldatan, kandıran’’ olduğunu söylerler. Asırlar boyunca yazılmış birçok kitapta bahsi geçer, kıyamet gününün öncesindeki kıtlık zamanlarında tanrılık iddiasıyla ortaya çıkacağı söylenir ve ‘‘kötü’’nün sembolüdür. İnsanları kötü yola düşürecek, bunu yapabilmek için açlara ekmek verecek, susuzlara su dağıtacak; imanlarını kalplerinden söküp alacak, yalanlarıyla insanoğlunu kandıracak, çok sayıda kişiyi aldatarak kendisine bağlayacak ama saltanatı sadece 40 gün sürecektir. Sonra ‘‘Mehdi’’ yahut ‘‘Mesih’’ zuhur edecek, Deccal'in canını alacak ve insanlar iyiliğe yönelip kıyamete hazırlanacaklardır.
‘‘Deccal’’ hakkında Kur'an'da bir ayet yoktur ama hadislerde bahsi geçer: ‘‘Deccal'in gözü yeşildir’’, ‘‘Saçları dağınıktır. Yanında cenneti ve cehennemi vardır; cenneti cehennemdir, cehennemi de cennet’’, ‘‘Gözü pusludur, bir gözü yoktur ve göz yeri de yoktur; alnında ‘‘kâfir’’ yazılıdır, her inanan o yazıyı okur’’, ‘‘Mekke'ye ve Medine'ye giremez’’ diyen hadislerde...
Aslında sadece İslamiyette değil Hristiyanlıkta, Musevilikte ve daha eski inançlardan olan Zerdüştlükte de Deccal kavramı vardır. Deccal batı dillerinde genellikle ‘‘antichrist’’ diye geçer, her zaman için kötünün sembolüdür ve İslâmiyette ‘‘Mehdi’’, Hristiyanlıkta ‘‘Mesih’’, Zerdüştlerde de ‘‘Ahuramazda’’ tarafından tepelenip yenilmeye mahkûmdur.
Asırlar öncesinin kitaplarında Deccal'in nerede ortaya çıkacağı, özelliklerinin neler olduğu ve dünyanın neresine gidip neler yapacağı konusunda bir hayli ayrıntı vardır. Aşağıdaki kutuda bu ayrıntılardan birkaç ı yeralıyor. Ben çok düşünüp kafa yordum ama ‘‘Deccal’’ kavramıyla ‘‘yılmaz’’ kelimesi arasındaki bağlantıyı bir türlü kuramadım. Tansu hanımın sözlerinin altında yatan esrarı bakalım siz çözebilecek misiniz?
Tansu Çiller, Mesut Yılmaz için ‘‘Deccal’’ dedi ve böylelikle siyaset sözlüğümüze yepyeni bir kavram kazandırdı. İşte, kıyamet gününden hemen önce ortaya çıkıp insanlığı yoldan çıkartmaya çalışacak olan Deccal'in bazı özellikleri... Okuyun ve canınız kime isterse ona benzetin...
İşte, Deccal'in özellikleri
Deccal hakkında asırlardan buyana çok şeyler yazıldı, Hristiyan dünyası da yüzyıllarca Deccal'i tartıştı ve zulüm yapmış olan birçok kişi Deccal ilân edildi. Meselâ Roma imparatorlarından Neron, Diocletian, Julian ve Cligula halkın gözünde birer ‘‘Deccal’’di. Protestanlar Papa'yı, katolikler de protestanlığın kurucusu olan Martin Luther'i ‘‘Deccallikle’’ itham ettiler. Roma'ya göre Bizans, Bizans'a göre de Roma Deccal'in ta kendisiydi.
Deccal, birçok esere de konu oldu. 19. asrın meşhur felsefecisi Nietzche'nin kitaplarından birinin ismi ‘‘Antichrist’’, yani ‘‘Deccal’’di.İsveçli romancı Selma Lagerlof ‘‘Deccal'in Mucizeleri’’ni yazarken Rus edebiyatının iki meşhur romancısı, Merezhkovski'yle Bugayev de konusunu Deccal'den alan eserler verdiler.
Deccal'e, İslami kaynaklarda da geniş yer verilmişti. İşte, bu kaynaklara göre Deccal'in özelliklerinden bazıları:
Isfahan civarındaki bir köyde ortaya çıkar. Sağ gözünün yerinde bir boşluk yer alır, öteki gözü alnındadır ve seher yıldızı gibi parlar. İçinde kanlı bir pıhtı vardır, iki gözünün arasında kâfir yazılıdır.
Kızılca renkli, kıvırcık saçlı, iri cüsseli ve kalın boyunludur. Anası ve babası da kendisi gibi canavardır.
İnsanlık, Deccal'in ortaya çıkmasından hemen önceki günlerde büyük sıkıntılar çekecek ve çok şiddetli bir kıtlık olacaktır. Deccal işte bu günlerde görülecek, bir eşeğin sırtında ortaya çıkacak ve 40 gün içinde kuzeyden güneye, doğudan batıya dünyanın her tarafını dolaşıp insanları kandıracaktır.
Dünyada varolduğu müddet boyunca sadece gözleriyle uyuyacak ama kalbi her zaman uyanık kalacak, böylece uyku anında bile insanları kandırmaya, doğru yoldan çıkarmaya devam edecektir.
Osmanlı arşivlerini üste 1 trilyon verip işte böyle batıracağız
Amerikan Ulusal Basın Laboratuvarı birkaç yıl önce dijital ortama alınan birçok arşivin bugün kullanılamayacak hale geldiğini ve arşivcilik için en sağlam sistemin dededen kalma ‘‘mikrofilm’’ olduğunu açıkladı. Bu yazı, Osmanlı arşivlerini dijitalleştirme uğruna 1 trilyonumuzu sokağa atmaya hazırlananlara ithaf olunur!
‘‘Bussiness Week’’ dergisinin 20 Nisan tarihli sayısında bilgisayar meraklılarını korkutan bir makale vardı. Dijital ortama, özellikle de CD'lere kaydedilmiş arşivlerden söz ediliyor ve hiç de hoş olmayan bir haber veriliyordu: Amerika'da dijital ortama alınmış olan bazı arşivler birdenbire yokolmuştu... Meselâ NASA'nın 1976'da Mars'a gönderdiği Viking aracının gönderdiği bilgilere, Pentagon'un Vietnam'daki savaş esirleriyle ve savaş kayıplarıyla ilgili kayıtlarına, Pennsylvania Üniversitesi'nin bilgisayarlarındaki 8 bin civarındaki öğrenci dosyasına artık ulaşılamıyordu. Ne olduysa olmuş, kayıtlar ya silinmiş, yahut bir daha kullanılamayacak hale gelmişlerdi...
Yazı, Ulusal Basın Laboratuvarı'nın bu konudaki bir araştırma raporuyla sona eriyordu: Arşivlemede bilgisayar ortamı değil, mikrofilm kullanılmalıydı. Zira dijital ortama kaydedilen arşivlerin ömrü en fazla 50, mikrofilme alınanların ise 200 seneydi..
Bu makale ve rapor, geçen hafta yazdıklarımı doğruluyordu. ‘‘Gömelim gel seni İnternet'e desem sığmazsın’’ başlığıyla Ankara'da oynanan bir oyundan, yani ‘‘Osmanlı Arşivleri'ni dijitalleştirme’’ hevesinden sözetmiştim. Türk Tarih Kurumu'nun başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu'yla Başbakanlık Müsteşarı Yaşar Yazıcıoğlu, yardımcısı Dr. Füsun Koroğlu ve Devlet Arşivleri Genel Müdürü İsa Özkul bir ‘‘dijitalleşme’’ protokolü imzalamışlardı ve başbakanlık bu uğurda tam 992 milyar 652 milyon lirayı har vurup harman savurmak üzereydi. Yazıda ‘‘Bilgisayar ortamına sadece kataloglar alınmalı ve belgeler CD'ye değil mikrofilme, gerekiyorsa bilgisayar destekli mikrofilme çekilmelidir’’ diyordum ve Bussiness Week beni haklı çıkardı.
Şimdi, geçen hafta sıraladığım sorulara üç madde daha ilâve ediyorum: Bir: Tarih Kurumu'yla Başbakanlık arasında arşivler bahanesiyle 1 trilyonun çarçur edilmesi konusunda imzalanan protokolün uygulanmasından önce bir bilgisayar şirketinin ‘‘Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarihi belge otomasyon ihalesini filanca grup kazandı’’ şeklinde verdiği ilân niçin yalanlanmadı? İki: Arşiv çalışanlarına karşı duyulan kinin sebebi nedir? Daktilografların aylıklarına yüzde 30 zam yapılırken birçok arşivcinin maaş artışı neden yüzde 5'lerde kaldı? Üç: ‘‘Dağda tavşanlar uyur, havuzlu villada büyür’’ ninnisinin ve ‘‘Seç bakalım’’ tekerlemesinin arşiv protokolüyle bağlantısı var mı?
Amerikan Ulusal Basın Laboratuvarı'nın araştırmasından sayesinde haberdar olduğum Dr. Kemal Cılız'a teşekkür ve araştırmanın sonucunu da ‘‘Osmanlı Arşivleri'ni bilgisayar ortamına almak’’ gibisinden cafcaflı ve de tantanalı iddialarla 1 trilyonu sokağa atmanın öncülüğünü yapan Prof. Halaçoğlu'yla Dr. Koroğlu'na ithaf ediyorum!
Tosun SARAL -
ANKARA:
Osmanlı ailesinin mensupları, 19. asırdan itibaren antetli kâğıtlarında ve mühürlerinde ‘‘taç’’ sembolünü çok sık kullanmışlardır. O dönemden sonra hemen her şehzadenin, sultanın ve hükümdarın antetinde taç vardır; dolayısıyla Sultan Abdülhamid'in mührünün üzerinde bulunması da normaldir. Bazı şehzadeler ise, tacın yerine sorguçlu kavuk motifini tercih etmişlerdir. Yanda bunlardan birini, Halife Abdülmecid Efendi'nin antetini görüyorsunuz. Mühürler konusunda ‘‘aldatılmadığımızdan’’ emin olabilirsiniz.
Ömer ERDEMİR -
ANTALYA:
Farabi'nin musiki teorisini konu alan eserinin adı ‘‘Kitabu'l-Musike'l-Kebir’’dir ve en eski yazma nüshalarından biri İstanbul'da, Köprülü Kitaplığı'ndadır. Kitabın orijinal metni Kaşaba ve Hefni tarafından Mısır'da seneler önce yayınlandı ve bildiğim kadarıyla üç dile çevrildi: Baron d'Erlanger Fransızca'sını, Buravayev Rusça'sını, Barkeşli de bir bölümünün Farsçasını neşrettiler. Bütün bu yayınlar ‘‘nadir’’ eserdir ve bulunmaları oldukça zordur.
Zaptiye katkınızı bekliyor
Çevrenizde birileri başkasının kitabının üzerine imzasını atıp kendi adıyla mı yayınladı? Veya tarih;, kültürel bir cinayete mi tanık oldunuz?
Bana yazın, ama kanıtıyla yazın... İster doğrudan Hürriyet'e adıma gönderin, ister ‘‘PK. 250 Teşvikiye-İstanbul’’ adresine yollayın, isterseniz (212)2276124 numaralı faksa bildirin ve hemen meşhur edelim o kişiyi... Unutmayın: ‘‘Kültürel muhbirlik, tarihimizin ve kültürümüzün emniyetidir’’...
Paylaş