Sinan, bütün masrafı kurduğu vakıftan karşılanan Yenibahçe'deki mescidde ve mescidin yanındaki okulda görev yapacak imamların dil bilen, astronomiden, anatomiden ve matematikten anlayan, sesi güzel, yakışıklı ve başka kadınlara ilgi duyup da rezalet çıkartmamaları için güzel bir hanımla evlenmiş olanlar arasından seçilmesini istiyordu.
DİYANET İşleri'nden sorumlu Devlet Bakanı
Mehmet Aydın 15 bin imam kadrosu istedi ve talep Meclis'in Bütçe ve Plan Komisyonu'nda kabul edildi. Türkiye halen 88 bin 516 adet kadroya sahip olan ama bu kadroların 13 bin 233'ünü boş tutan Diyanet İşleri Başkanlığı'na 15 bin imam kadrosu daha verilip verilmemesi konusunu tartışıyor.
Devletin resmi imamları, bugün imam-hatip liselerinden mezun olanlar arasından tayin ediliyor ve bu okullardan mezun olmak, imamlık yapmak için yeterli sayılıyor.
Ben, Devlet Bakanı
Mehmet Aydın'ın mevcut kadrolara iláve olarak 15 bin imam kadrosu daha almak üzere olduğunu görünce, Türk mimarisinin efsane haline gelmiş ismi
Sinan'ı hatırladım. Başta Süleymaniye ve Selimiye camileri olmak üzere her cinsten çok sayıda esere imzasını atmış olan Sinan, bu eserlerinin yanısıra ardında bir de zengin vakıf bırakmış ve bundan tam 420 yıl öncesinin tarihini taşıyan vakıf senedinde mirasından para alacak olan imamlarda aranacak özellikleri ayrıntılarıyla yazmıştı.
İşte,
Mimar Sinan'ın kurduğu vakfın ve bu vakıf için hangi şartlara sahip imamlar aradığının kısa öyküsü...
Gayet zengin olan ve çok sayıda gayrımenkule sahip bulunan
Sinan oldukça uzun bir hayat sürmüş, ölümünden önce bütün mallarını vakıf haline getirmiş ve hazırladığı vakıf senedini 1583 yılında Rumeli Kazaskeri
İvaz Efendi'ye tasdik ettirmişti. Vakfettiği gayrımenkuller arasında Süleymaniye, Sarı Nasuh, Mustafa Çelebi, Muhtesip İskender, Çöplük İskelesi ve Çıkrıkçı Kemal mahallelerinde çok sayıda ev, dükkán ve bostan vardı. Ayrıca yüksek mebláğda nakit para da bırakmış ve vakfının nasıl işletileceğini ayrıntılarıyla kayda geçirmişti.
Şehid olan oğlu
Mehmed Bey'in oğlunu yani torunu
Derviş Çelebi'yi vakfın mütevelliliğine getirmiş, vakfın kontrolünü de kendisinden sonra gelecek olan başmimarların yapmasını istemişti. Kızları
Ümmühan ile
Neslihan, torunu
Fahriye, kardeşinin kızları
Raziye, Kerime ve
Ayşe, vakıftan gelecek para ile rahat ve sıkıntısız bir hayat süreceklerdi. Vakıf sadece aileyi geçindirmekle kalmayacak, bazı hayır işleri de yapacak, yetimlere yardım edecek ve fakirleri hacca gönderecekti.
Mimar Sinan, vakıf senedinde, bıraktığı mallardan elde edilecek gelirin bir kısmının bazı okullara ve Yenibahçe'deki bir mescide gitmesini istiyordu. Yevmiyeli hafızlar hergün kendisinin ve ailesinden ölmüş olanların ruhuna Kur'an okuyacaklar ve yine yevmiyeli imamlar imamlık vazifelerine iláve olarak masrafları vakıf tarafından karşılanan okullarda hocalık yapıp öğrenci yetiştireceklerdi. Ama namaz kıldırmayı bildiğini yahut iyi dua ettiğini söyleyenler öyle hemen işe alınmayacak ve imamlar vakıf senedinde ayrıntılı bir şekilde yazılmış olan özelliklere sahip olanlar arasından seçileceklerdi.
İşte,
Mimar Sinan'ın bundan tam 420 yıl önce hazırladığı vakıf senedine göre hem imamlık hem de okulda hocalık edip günde beş akçe alacak olan din adamlarının sahip olmaları gereken özellikler:
* İmamın sesi güzel olacak, Kur'an'ı okuma kaidelerini çok iyi bilecek, dini kurallara hákim olacak ve beş vakit namazı itinayla kıldıracaktır.
* Dış görünüşü güzel ve üstü-başı temiz olacak, düzgün konuşacaktır.
* Arapça'yı ve Farsça'yı okuyup yazabilecek, Frenk dilini konuşanlara öncelik tanınacaktır.
* İslám'ın kurallarını, bu dini Müslüman olmayanlara karşı başarıyla müdafaa edebilecek derecede bilecektir.
* Mekanikten anlayacak, anatomi, astronomi ve matematik gibi ilimlerde de bilgi sahibi olacaktır.
* Başka kadınlara ilgi duymaması ve hoş olmayan bazı hadiselerin çıkmaması için, karısının güzel ve alımlı olması tercih sebebi sayılacaktır.
Mimar Sinan'ın vakfiyesi, eski devirlerde Şeyhülislamlık makamı olan ve bugün İstanbul Müftülüğü olarak kullanılan Süleymaniye'deki binanın arşivinde muhafaza ediliyor.
'Bütün bu şartları taşıyan değil 15 bin, 15 milyon imama da razı olmamız gerekir' demekte acaba haksız mıyım?
Hakkını isteyen besteciyi kovdular
EROL Sayan, Türk Müziği'nde son yarım asırdan buyana eser veren bestecilerin önde gelenlerindendir ve eserleri gelecek yüzyıllara kalacak olan birkaç son dönem bestekárının en başında yeralır.
Erol Bey'in bir zamanlar marş gibi olan ve her yerde okunan şarkılarından bazılarını, meselá
'Sen gözlerimde bir renk, kulaklarımda bir ses ve içimde bir nefes olarak kalacaksın'ı,
'İstanbul'u artık hiç sevmiyorum'u,
'Bana bir aşk masalından şarkılar söyle'yi,
'İlkbahar yaz mevsim mevsim'i,
'Yoksun diye bahçemde çiçekler açmıyor bak'ı siz de mutlaka bir vesileyle terennüm etmişsinizdir.
TRT'de senelerce çalıştıktan sonra emekli olan
Erol Sayan, şimdi bu kurumun bazan 15 günde, bazan da ayda bir toplanan Repertuvar Kurulu'nda, yani yeni bestelenmiş eserlerin TRT repertuvarına alınıp alınmayacağını kontrol eden bir çeşit ilmi komisyonda görev yapıyor.
Daha doğrusu, geçen haftaya kadar
'yapıyordu', zira bu komisyondan
'çıkartıldığını', daha doğrusu
'azledildiğini' öğrendi. Ama bu azil tebligatsız, hattá şifahi bile olmayan bir şekilde ve söylentiyle yapıldı.
Söylentileri işitince soruşturdum ve işin arkasında son derece garip ve çirkin bir hadisenin yattığını öprendim:
TRT bir
Zeki Müren CD'si çıkartmak istemişti ve CD'de
Erol Sayan'ın da bir parçası yeralacaktı:
Zeki Müren'in bundan 40 küsur sene önce okuduğu
'Hatıra' isimli eser, yani içerisinde
'Sen gözlerimde bir renk, kulaklarımda bir ses ve içimde bir nefes olarak kalacaksın' sözlerinin geçtiği meşhur şarkı...
İş buraya kadar normaldi ve gariplik bundan sonra yaşandı. TRT Müzik Dairesi'ndeki yetkililer
Erol Sayan'dan alışılmadık bir talepte bulundular:
'Şarkınızı CD'ye koyuyoruz ama size telif hakkı ödemeyeceğiz. Bize, eserinizi istediğimiz gibi kullanabileceğimize dair bir bir belge gönderin' dediler. Bu,
'Eserini gaspediyoruz' demenin resmi üslupla söylenmiş şekliydi.
Erol Bey, TRT'nin böyle bir talepte bulunmaya değil etik, kanuni bakımdan da hakkı olmadığını, Türk bestecilerin senelerden buyana telif hakkı mücadelesi verdiklerini, eserinin telif ödenmeden okunmasını prensipte kabul etmeyeceğini ama sembolik de olsa bir mebláğ ödenmesi halinde hemen izin vereceğini söyledi. İşin besteci için önemli olan tarafı
'telif hakkı' kavramına saygı gösterilmesiydi ve konulan
'sembolik' mebláğ hakikaten sembolikti, 20-25 milyon liradan ibaretti.
TRT Müzik Dairesi'nin cevabı ise başka türlü oldu: Kendileri
'telif hakkı' diye birşeyin várolduğunu hatırlatan
Erol Sayan'ı Repertuvar Kurulu'ndan attılar. Ama azilden öte bir
'cezalandırma' olan bu kararı
Erol Sayan'a resmi bir yazıyla tebliğ etmedikleri gibi, kurulun başkanı olan zat da bir türlü söyleyemedi, çok daha
'ciddi' bir usul kullanıldı ve
Erol Bey'in karardan dedikodular vasıtasıyla haberdar olması yolu seçildi. Böylelikle sanatkára saygısızlık edilmekle kalınmıyor, Repertuvar Kurulu gibi içerisinde tecrübeli bestecilerin bulunması gereken komisyon da yıpratılıyordu.
TRT'nin yakında göreve başlayacak olan yeni genel müdürünü bekleyen en önemli işlerden biri, kurumun Müzik Dairesi'nde görev yapan ve sanatçılar arasında senelerden beri huzursuzluk yaratmaktan başka bir işe yaramayan idareciler meselesini halletmektir ve bu kişilerin gadrine uğramış olan birçok kıymetli sanatkár, bu konuda ellerinden gelen yardımı yapmaya da hazırdır!