Mesut Barzani'nin daldığı bağımsızlık ruyası, bana bir zamanlar aynı ruyayı gören ve ‘‘Kürdistan Kralı’’ olma hevesine kapılan Şerif Paşa'yı hatırlattı.
Yakışıklılığı sayesinde Avrupa'da ‘‘Bo Şerif’’ yani ‘‘Güzel Şerif’’, bizde ise ‘‘Boş Herif’’ diye tanınan Şerif Paşa, kendine veliahd bile seçmiş ama sonra bu krallık oyunundan sıkılıp bütün zamanını Monte Carlo'nun büyük kumarhanesindeki rulette kazandıracak bir sistem icadına harcamıştı.
MESUT Barzani gittikçe tehlikeli işler etmeye başladı. Taraftarları bir yandan Erbil'de Türk bayrağını yakarken partisi Amerikan gazetelerinde ilánlar yayınlayıp 'Türkiye'nin buralardan uzak durmasını sağlayın' diyor, sonra da Ankara'daki temsilcisi Dışişleri'ne gidip sıcak mesajlar veriyor.
Barzani'nin bu hareketleri ve bağımsızlık ruyası, bana Kürt meselesini yüzyılın ilk yarısında uluslararası arenaya taşıyan, o günlerde bizi bir hayli uğraştıran ama ismini şimdi çoktan unutmuş olduğumuz bir başka Kürt politikacıyı ve yaptığı gariplikleri hatırlattı: Bizde 'Boş Herif' diye bilinen Şerif Paşa'yı...
Şerif Paşa, 1865'te İstanbul'da doğdu. Irak'ın Süleymaniye bölgesinden gelen ve imparatorlukta önemli vazifeler almış geniş bir Kürt ailesine mensuptu. Galatasaray Lisesi'ni bitirdi, sonra Fransa'nın en önemli askeri mektebi olan Saint-Cyr Akademisi'nden mezun oldu. Bir ara İkinci Abdülhamid'in yaverliğini yaptı, derken Avrupa başkentlerine askeri ataşe olarak gönderildi, 1898'de Stockholm Elçisi oldu ve on sene boyunca İsveç'te kaldı.
Paşa'nın adını duyurması, işte bu göreve tayin edilmesiyle başladı. Mısırlı zengin bir prensesle, Emine Halim ile evliydi ve karısının serveti sayesinde Stockholm'de refah içerisinde, şatafatlı bir hayat sürüyordu. İsveç Kralı ise dostluk kurmuş, sarayın özel davetlerine katılır olmuştu. Stockholm kadınları tarafından çok yakışıklı bulunuyordu ve etrafında sosteye mensup bir hayranlar grubu vardı.
Şerif Paşa'ya, Fransızca bir de lákap takılmıştı: 'Beau Şerif' (okunuşu: Bo Şerif), yani 'Güzel Şerif'... Bu lákap, Paşa'nın ileriki senelerde Türkiye aleyhine çalışmaya başlamasından sonra 'Boş Herif'e dönecek, hatta bu isimle bir kitapçık bile yayınlanacaktı.
Paşa, hayatı boyunca herşeye muhalif oldu. Gün geldi, o zamana kadar savunduğu ne varsa hepsini reddedip başka fikirlere sarıldı, derken onlardan da bıktı, yeni düşüncelere kapıldı ve oldukça uzun hayatını işte böyle geçirdi.
Bu muhalif huyu, İsveç'te refah içerisinde yaşarken de depreşti ve elçisi olduğu Sultan Abdülhamid'e karşı faaliyet gösteren İttihadçılarla yakınlaştı. Abdülhamid iktidarının son aylarında istifa edip Paris'e gitti, 1908'de İkinci Meşrutiyet'in ilán edilmesiyle İstanbul'a döndü ama bu defa İttihadçılarla kapıştı ve yeniden Paris'e yerleşti. Burada 'Islahat-ı Esasiye-i Osmaniye' adında bir siyasi parti kurup 'Meşrutiyet' diye bir de dergi çıkarmaya başladı.
Ama, İttihadçı düşmanlığı da sadece beş sene sürdü; 1914'te Paris'ten sıkıldı, kalkıp Monako'ya yerleşti ve Monte Carlo'da 'Mon Keyf' adını verdiği villasında yaşamaya başladı. Karısının serveti ve birkaç sene önce ölmüş olan babasından kalan yüklü miras sayesinde hiç sıkıntı çekmiyor, canı ne isterse yapabiliyordu.
Aradan dört sene geçti, Şerif Paşa Monte Carlo'daki tatlı hayattan da bıktı ve bu defa çok daha başka bir yola girdi: Sıkı bir Kürtçü kesildi ve 'Kürdistan Kralı' olma hülyasına kapıldı. O zamana kadar yaptığı siyasi faaliyetler muhalif bir politikacının hareketleri olarak normal karşılanabilirdi ama artık bambaşka bir yola girmişti ve bu yol onu devletine ihanet çizgisinin de ötesine götürüyordu.
Birinci Dünya Savaşı sona ermiş, Osmanlı devletiyle müttefikleri savaştan yenik çıkmışlardı ve toplanacak barış konferanslarında yeni bir dünya kurulacaktı. Azınlıklar artık bağımsız olmak istiyorlardı ve Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerle Kürtler de onlarla beraberdi.
Sevr Andlaşması öncesinde bu iş için çaba gösteren örgütlerden biri olan 'Kürdistan Teali Cemiyeti', Şerif Paşa'yı 'Kürt delegesi' yaptı. Paşa hemen bir Kürt delegasyonu teşkil edecek ve bir zamanlar dışarıda senelerce temsil ettiği devletten bu defa toprak kopartmaya çalışacaktı. Bunun için Ermeni tarafıyla temasa geçmekte hiç sakınca görmedi ve 1919'un 11 Kasım'ında 'Kürt temsilcisi' sıfatıyla Ermeniler'in temsilcicisi Boğos Nubar ile bir 'bağımsızlık belgesi' bile imzaladı.
Artık en başta İngiltere ve Fransa olmak üzere galip devletlerin temsilcileriyle bağımsız Kürdistan'ın nasıl kurulacağını tartışıyor, barış konferansına Osmanlı tarafını temsilen katılan eski meslekdaşlarından toprak kopartabilmek için çaba gösteriyor ve her tarafa muhtıralar, memorandumlar, mektuplar gönderiyor, çizdirdiği Kürdistan haritalarını delegelere dağıtıyordu. Sevr'in taslağının Osmanlı diplomatlarına verildiği resmi toplantıda, galip devlet temsilcilerinin yanında Şerif Paşa da vardı.
Hayali, kurulacak Kürdistan'a 'Kral' olmak, Musul'u başkent yapıp orada hüküm sürmekti. Ama oğlu olmamıştı, sadece iki kızı vardı, dolayısıyla kendisine bir veliahd tayin edebilmesi zordu fakat Paşa bunu da düşünmüştü; 'Tahtına senden sonra kim geçecek?' diye soranlara kızlarından birinden olan erkek torununu gösteriyordu.
Ama sıkıntılı karakteri yüzünden bu Kürtçülük oyunundan da bıktı. Günün birinde hem Türk hem de Fransız gazetelerine ilánlar vererek 'Padişahıma ve halifeme bağlıyım ve bu işi bırakıyorum' deyip Paris'ten ayrıldı. Bir ara Mısır'da yaşadı, oradan yine Avrupa'ya döndü, yine Monte Carlo'ya yerleşti ve ve adamlarıyla beraber bütün zamanını kumarda kazandıracak bir sistem icadına harcamaya başladı. Hayalindeki Kürdistan Krallığı, artık rulet topunun hangi numaraya konacağı hesaplarına dönmüştü.
Şerif Paşa, son senelerini İtalya'da geçirdi. Yanında 'torunu' olduğunu söylediği ama Mısır'da yaşayan ailesinin 'torunu değil, sevgilisi' dediği genç bir hanım vardı ve her yerde onunla beraberdi. Krallık hevesi bir ara yeniden depreşti ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında Birleşmiş Milletler'e mektuplar göndererek bağımsız Kürdistan konusunu yeniden gündeme getirmeye çalışıp adından az da olsa tekrar bahsettirdi.
'Boş Herif'in maceralı, tehlikeli ilişkilerle dolu ve eski devletine ihanete kadar uzanan hayatı 1951'de, İtalya'da noktalandı.
Bende, Şerif Paşa'nın Avrupa'daki sürgün yıllarında İttihad ve Terakki'nin ileri gelenlerine yazmış olduğu çok sayıda mektubu ve başka bazı belgeleri var. Herbiri diğerinden farklı fikirlerle dolu bu mektupları okuyunca, 'Paşa bütün bu faaliyetlerinde acaba samimi mi idi?' diye düşünmeden edemiyorum. Şerif Paşa'yı yakından tanıyanlar ve bugün hayatta bulunanlar da Paşa'nın sadece ismini duyurup kendisinden bahsettirmeye çabaladığını, Kürdistan Krallığı hayalinin de bu çabanın bir parçası olduğunu söylüyorlar.
İşi şimdi bayrağımızı yaktırmaya kadar götüren Mesut Barzani'nin daldığı o derin hayalin en namlı kahramanı, bir zamanlar işte bu 'Boş Herif' idi.
Sevgi Hanım tabağı kaptırdı ama bu katalogla tarihe geçti
KATAR'da geçtiğimiz günlerde tarihimiz ve sanatımız açısından son derece önemli olan ama bizde sözü edilmeyen bir açılış vardı: Katar Müzesi'ndeki İznik eserlerinin açılışı...
İznik'te, özellikle 16. asırda imal edilmiş olan çini, tabak, bardak ve sürahi gibi kap-kacak, İslam sanatının en kıymetli eserleri sayılırlardı ve bu eserlerin en geniş kolleksiyonu da bizdeki özel bir müzede, başkanlığını Sevgi Gönül'ün yaptığı Sadberk Hanım Müzesi'ndeydi.
Derken, Katar'da iktidarda bulunan 'El-Sani' hanedanı da İznik toplamaya merak saldı. Sanat tarihçilerinin İznik eserleri üzerine eğilmelerini sağlayan ve Avrupa'daki mezatlarda satılan İznikler'in en önde gelen müşterisi olan Sevgi Hanım'a rakip çıktılar. Hatta bundan iki sene önce yapılan bir mezatta başka örneği bulunmayan patlıcan moru bir İznik tabağı alabilmek için Sevgi Hanım ile Katar Şeyhi bir hayli çekiştiler ama tabak birkaç yüz bin dolar farkla Şeyh'te kaldı.
Büyük servetler harcanarak toplanan bu nadide parçalar başkent Doha'daki müzedeydi ve geçenlerde yapılan merasim, işte bu kolleksiyonun açılışıydı.
Katarlılar, açılış için ellerindeki bütün İznikler'in fotoğraflarının bulunduğu çok güzel bir katalog da yayınladılar. Kataloğu, bu konunun önde gelen uzmanlarından John Carswell hazırlamıştı ve ilk sayfada son derece şık bir cümle vardı:
'Bu çalışma Sadberk Hanım Müzesi'nin Başkanı, sanatın koruyucusu, kolleksiyoncu, araştırmacı ve hayatını Türk sanatına duyduğu sevgiye vakfetmiş olan Sevgi Gönül'e ithaf edilmiştir'.
Türk eserlerinden meydana gelen dünyanın en zengin kolleksiyonlarından birinin bu alanda öncülük yapmış olan bir Türk'e ithaf edilmesi, eminim, sanat ve estetik meraklısı olan herkesi heyecanlandıracak bir şıklıktır.