Biz de Ortadoğu’yu o caddede terk ettik

Türkiye Mesut Yılmaz'ın ortaya attığı ‘‘ulusal güvenlik’’ tartışmasına kilitlendiği sırada Kudüs'te Yafa Caddesi'ndeki bir pizza salonuna yapılan intihar saldırısı 16 kişinin canını aldı.

Bugün çoğumuz hatırlamayız ama Yafa Caddesi, Türkiye'nin gözünde bir zamanlar ‘‘hüzün yolu’’ydu. Kudüs'te dört asır boyunca devam eden Türk yönetimi, şehri ele geçiren İngiliz Generali Allenby'nin 1917'nin 9 Aralık sabahı bu caddede yaptığı zafer yürüyüşüyle son bulmuş ve Ortadoğu'daki hakimiyetimiz işte bu yürüyüşle noktalanmıştı.


Türkiye, Mesut Yılmaz'ın ortaya attığı ‘‘ulusal güvenlik’’ tartışmasına kilitlendi. Sokaktaki sıradan vatandaş bir yana, köşe yazarları bile ‘‘Askerciler’’ ile ‘‘Mesutçular’’ diye ikiye ayrıldılar ve tartışma hálá devam ediyor.

Bu hafta Mesut Bey'in Genelkurmay macerasından yola çıkıp geçmişte askerden böyle sıkı zılgıtlar yemiş politikacıların eğlendirici hikáyelerini nakledeyim dedim. Ama bunları yazmak bir türlü içimden gelmedi, barajı aşamayacağını farkeden politikacıların gündem saptırmalarına sayfamı feda etmeye gönlüm razı olmadı.

Biz ‘‘Mesut Bey'in zamanlaması uygun mu?’’, ‘‘Tartışma haklı mı?’’ yahut ‘‘Askerin cevabı neden bu kadar sert oldu?’’ gibisinden çekişmelere gömüldüğümüz sırada, sınırlarımızdan birkaçyüz kilometre ötesi kanlı bir saldırıya, Ortadoğu'ya barışın gelmesini çok sonralara atacak bir patlamaya sahne oldu: Kudüs'ün Yafa Caddesi'ndeki bir pizza salonunda patlayan bombadan ölenlerin sayısı, ben bu yazıyı yazdığım sırada çoğu çocuk olmak üzere 16'yı bulmuştu.

Bombanın kana buladığı Sbarro isimli pizza salonu, Kral George Yolu ile Yafa Caddesi'nin kesiştiği yerdeydi. Önünden geçen Yafa Caddesi daha ileride, surların başladığı yerde bulunan Yafa Kapısı'na uzanıyordu ve bu güzergáhta birçok acı hatıramız vardı.

Kudüs'ün bin küsur sene boyunca harabe halinde duran surları 16. asın ortalarında Kanuni Sultan Süleyman tarafından yeniden inşa ettirilmiş, Akdeniz sahilindeki Yafa kasabasından Kudüs'e uzanan yolun surlarla birleştiği yere bir kapı yapılmış, buraya ‘‘Yafa Kapısı’’ denmişti. Kapıya Araplar ‘‘Babu'l-Halil’’ yani ‘‘Halil Kapısı’’ derler, ‘‘Halil’’ sözüyle Hazreti İbrahim'i kastederlerdi ve İbrahim'in Kudüs'e buradan girmiş olduğuna inanılırdı.

Kapı, Türkiye'nin gündemine iki defa girdi ve ilk girişi 1898'de oldu. Alman İmparatoru İkinci Wilhelm o sene İstanbul'a gelmiş, Hristiyanlar'ın koruyucu melekliğine soyunduğu için Kudüs'e kadar uzanmış ama majestelerinin arabasının Yafa Kapısı'ndan geçemeyeceğinin anlaşılması bizim teşrifatçılara derd olmuştu. Uzun uzun düşünülüp taşınıldı, nihayet bir çözüm bulundu ve Kanuni'nin yaptırmış olduğu kapı, majestelerinin arabalarının şerefine ‘‘genişletildi’’, anlayacağınız yan tarafları yıkıldı. Haber İstanbul'u günlerce meşgul etmiş, ‘‘Yıkmakla iyi mi, yoksa kötü mü ettik?’’ tartışması başlamıştı.

MÜLKİYELİLERİN TAŞRASIYDI

Yafa Kapısı
ve Yafa Caddesi gündemimize bu hadiseden 19 sene sonra yeniden girdi ama bu girişi son derece acıydı:

1914'te durup dururken dünya savaşına katılmış ve cephelerin çoğunda yenilmiştik. Çöken cepheler arasında Filistin de vardı.

İngiliz generali Edmund Allenby'nin 1917'nin 7 Kasım sabahı başlattığı saldırıya karşı koyamamış, o gün öğleden sonra çekilmeye başlamıştık. Önce Gazze'yi verdik, sonra 120 kilometre daha gerilere gittik, Suriye'de tutunmaya çalıştığımız sırada Filistin'in tamamı bir anda elimizden çıkıverdi. Tam 401 sene boyunca İstanbul'dan giden mutasarrıfların, yani vali ile kaymakam arasındaki mülki amirlerin idare ettiği Kudüs artık İngilizlerindi. GalipGeneral Allenby 9 Aralık günü Kudüs'ü resmen işgal etmiş, teslim töreni Yafa Kapısı'nda başlamış, İngiliz birlikleri Yafa Caddesi boyunca Kudüs'ün Arap ve Hristiyan halkının tezahüratı arasında ilerleyip şehrin idaresini ele almışlardı. İşte sayfada gördüğünüz ve Yafa Caddesi'nde o gün, yani 1917'nin 9 Aralık'ında çekilmiş olan bu fotoğraf, Türkiye'nin bir hüzün sembolü olacaktı.

Ben, TV'lerde intihar saldırısına uğrayan pizza salonu Sbarro'yu ve hemen önünde uzanan Yafa Caddesi'ndeki can pazarını görünce, General Allenby'nin bir nesil için hüzün sembolü olan bu geçit resmi fotoğrafını hatırladım.

Bre cahiller! Oranın adı Jaffa Road değil Yafa Caddesi

Bilmem farkında mıyız? Osmanlı'nın mirası, çöküşün üzerinden 80 küsur sene geçtikten sonra, ancak şimdi paylaşılıyor. Bugün Kafkasya'da, Balkanlar'da ve Ortadoğu'da yaşanan huzursuzlukların ve dökülen kanların sebebi bir türlü bitmeyen bu miras kavgasıdır, hatta Sudan'ın güneyindeki karmaşa bile vakti zamanında çektiğimiz ‘‘Habeş Eyaleti’’ derdinin asırlar sonrasına uzamasıdır.

Ortadoğu'da uzun seneler yaşamış bir gazeteci olarak açıkça söyleyeyim: ‘‘Türkiye, Ortadoğu'nun lideridir’’ sözü, bize mahsus boş bir láftan ibarettir, oralarda esamimiz okunmaz; adımız arada bir, o da gözler haritaya takıldığı anda şöyle bir geçer, hepsi o kadar... Bölgede bir zamanlar hákim unsur olan Türkler uzun bir dönem ‘‘Aman bize birşey bulaşmasın’’ zihniyetiyle davrandığı için mirasını reddetmiş sayılmış ve söz hakkını çoktan elinden kaçırmıştır. Şimdilerde yaşanan paylaşmada herkes vardır ama bu yüzden sadece Türkiye yoktur!

Bugün okuyup yazmış bir Fransız, Afrika'nın kuş uçmaz, kervan geçmez köşesindeki Ubangişari'yi; bir İngiliz de Hindistan'ın Amritsar'ını gayet iyi bilir, zira tarihinin verdiği kültürel sorumluluğunun farkındadır. Oralarda bir kriz çıktığında Paris ve Londra hemen devrededir ve sözlerini dinletirler.

Bundan 80 küsur sene öncesine kadar İstanbul'dan giden Mülkiye mezunlarının idare ettiği Kudüs bize artık uzak bir iklimdeymiş gibi geliyorsa, zaptiyelerimizin devriye gezdiği Yafa Caddesi basınımızda bugün ‘‘Jaffa Road’’a, şehrin meşhur Arap Çarşısı da ‘‘Downtown’’a döndüyse, oralarda söz hakkımızın bulunduğu iddiamız buruk bir şakadan öteye zaten geçemez.

İstanbul’u seven bu kitabı okusun

İstanbul'un kültür tarihi için son derece önemli olan ama 80 küsur seneden beri eski gazetelerin ve dergilerin sayfalarında kalan bir eser, nihayet kitap haline geldi: Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey'in geçmişin İstanbul'unu her yönüyle anlattığı ‘‘Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı’’ adlı eseri...


İstanbul'un tarihi, kültürü ve folkloru hakkındaki en önemli kaynaklardan biri olan ama 1920'lerden beri eski gazetelerle dergilerin sayfalarında kalan bir eser, nihayet kitap haline geldi: Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey'in geçmişin İstanbul'unu her yönüyle anlattığı ‘‘Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı’’ adlı eseri...

1842 ile 1928 yılları arasında ömür süren Ali Rıza Bey tipik bir Osmanlı bürokratıydı. İstanbul'u her yönüyle yaşarken şehrin eski zamanlarını araştırmış, öğrendiklerini hayatının son senelerinde gazetelerde ve dergilerde yayınlamıştı. Yazdıkları, İstanbul'un sosyal hayatı hakkında birinci derecede kaynaktı.

Ama bu yazılar kitaplaşamayıp çeşitli gazete ve dergilerin sayfalarında kaldığı için tam metne ulaşılması hayli zordu. Kupür kolleksiyonumda yazıların tamamına yakın kısmının bulunmasına rağmen, indeks yokluğundan dolayı aradığımı bulabilmen için saatler gerekiyordu.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mensuplarından Dr. Ali Şükrü Çoruk, Ali Rıza Bey'in yazılarını biraraya toplayıp kitap haline getirmiş. Bu işi yaparken isabetli bir karar vermiş, üsluba ve dile dokunmamış yani metni aynen yayınlamış. Eski İstanbul'un mahalle kahvelerinden tiryaki çarşılarına, lohusa ádetlerinden hoca, vaiz ve falcı taslaklarına, esrarkeşlerinden kopuklarına, esircilerinden balıklarına ve sosyete dedikodularına kadar 400 küsur sayfalık bilgi, şimdi meraklılarının istifadesine házır ve názır duruyor.

Doğan Hızlan, geçen hafta köşesinde bu yayından sözetmiş ve kitabın gençler tarafından da anlaşılabilmesi için, ‘‘biran önce bugünün Türkçesi'ne aktarılması gerektiğini’’ yazmıştı. Ben, azîz dostumun fikrine katılmıyorum, zira eski metinlerin günümüz Türkçesi'ne nakledilmesinin lüzumuna ve kelime haznemizin giderek azalmasından dolayı da bu işin yapılabileceğine inanmıyorum. Dolayısıyla konuya meraklı olan ama metni anlamakta zorluk çekenlerin bir ellerine ‘‘Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı’’nı, öbür ellerine de iyi bir Osmanlıca-Türkçe sözlük almaları, okurken öğrenmeleri ve bu işten zevk duymaları gerekiyor.

İstanbul'un o zamanlardaki günlük hayatını, ádetlerini, álemlerini, hattá zerafetini ve serseriliğini öğrenmek istiyorsanız, ‘‘Kitabevi’’nin çıkarttığı ve bundan böyle İstanbul'la ilgili hemen her bibliyografyada yer alacak olan bu kitabı mutlaka okuyun.
Yazarın Tüm Yazıları