Kaldıramaz. Peki, böyle çağdaş bir parti olur mu?’ demesi, bana Türkiye’de 1829’da verilen ilk baloyu hatırlattı. Bir İngiliz savaş gemisinde verilen ilk baloya katılan devlet adamlarımız pot üstüne pot kırmış, meselá danseden diplomat hanımlarını ‘rakkase’ zannedip ‘Benim konağımda da oynasana’ gibisinden teklifler yapmış, içkiyi fazla kaçırınca hadise yaratmış, hattá gözlerine kestirdikleri diplomat eşleriyle imam çağırıp nikáh kıydırmaya bile kalkmışlardı. 1829’da yaşanan komediyi andıran bu skandalı hatırlayınca, Onur Bey’e ‘Bizim balo geçmişimiz pek parlak değildir, dolayısıyla balo bahsini bir daha sakın açmayın’ demeden edemedim.
CHP Genel Başkan Yardımcısı
Onur Öymen, Vatan’dan
Devrim Sevimay’a verdiği röportajda siyaseti balo ve dans boyutuna getirip
‘Tayyip Erdoğan ya da Abdullah Gül bir balo düzenleyip bir kadını dansa kaldırabilir mi? Kaldıramaz. Peki, böyle çağdaş bir parti olur mu?’ diye sordu.
Öymen’in mantığıyla dünyanın en çağdaş insanları gece gündüz demeden danseden Afrikalılar oluyorlardı ya, neyse...
Ben,
Onur Bey’in yerinde olsam bu
‘balo’ ve
‘dans’ meselesini hiç açmam, zira balo tarihimizin geçmişi pek öyle parlak değildir, hatta Türkiye’de verilen ilk balo, komediyi andıran skandallarla doludur.
İşte, Türkiye’de 1829’da verilen ve genç tarihçi
Yüksel Çelik tarafından ortaya çıkarılan ilk balonun öyküsü ile baloda yaşanan tuhaflıklar:
Rusya’nın 1828 yılında Osmanlılar’a karşı ilán ettiği savaş Avrupa’yı endişelendirmiş, savaşı bir an önce bitirmeye çalışmışlardı. 14 Eylül 1829’da, İngiltere’nin çabalarıyla Edirne Antlaşması imzalanmış ve savaş sona ermişti.
Barışı tantanalı bir şekilde kutlamak isteyen İngiliz hükümeti, İstanbul’daki elçisi
Sir Robert Gordon’a barış şerefine gösterişli bir balo vermesi ve Türkler’i de baloya davet etmesi talimatını gönderdi. Bu balo Osmanlı tarihinde bir ilk olacak ve en üst düzey devlet adamları da katılacaklardı.
Sir Robert Gordon, baloya mekán olarak elçilik binası yerine yine elçiliğe ait olan ve Haliç’te demirli bekleyen Blonde firkateynini seçti. Baloyu gemide vermesinin sebebi, Osmanlı Devleti’nde o yıllarda devam etmekte olan yenilik hareketlerine karşı muhaliflerin dedikodularına meydan vermemek ve halkın böyle bir daveti görmesine engel olmaktı. Zira, Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılmasının üzerinden henüz üç yıl geçmiş, modernleşme çabaları hálá rayına girmemiş ve muhalefet, zamanın hükümdarı
İkinci Mahmud’un bütün baskısına rağmen sönmemişti.
İstanbul’daki resmi balolar daha sonra az sayıda da olsa birbirini takip edecek ve 1856 Ocak’ında Fransız Elçiliği’nde verilen baloya zamanın hükümdarı
Sultan Abdülmecid de katılacak ve
Abdülmecid böylelikle
‘Baloya iştirak eden ilk padişah’ olacaktı. Ama balo ile asıl tanışmamız Cumhuriyet’in ilánından sonraya gelecek ve Reisicumhur
Mustafa Kemal Paşa’nın da katılacağı ilk Cumhuriyet Balosu, 1925’in 29 Ekim akşamı verilecekti.
Yandaki kutuda, Türkiye’de 1829 yılında verilen ilk balodan bazı notlar yeralıyor. Okuyun ve
Onur Öymen’in balo bahsini açıp açmaması gerektiği konusundaki kararı bizzat siz verin.
Vals yapan diplomat eşlerini rakkase zannedip ‘Gelin, bizim konakta da oynayın’ demiştik
Baloya davetli olan Osmanlı devlet adamları Haliç’te, bugün Kuzey Deniz Saha Komutanlığı olarak kullanılan binada buluştular ve burada kıldıkları yatsı namazından sonra sandallarla balonun verildiği savaş gemisine geçtiler.
Güvertede Osmanlı devlet adamları için koltuklar, İngiliz hanımlar için de sedirler hazırlanmıştı ama paşalarımız baloya gelir gelmez koltuk yerine sediri tercih ettiler, üstelik ayakkabılarını da çıkartıp sedirlere bir güzel kuruldular ve haremlerinde gibi hareket etmeye başladılar.
İngilizler hanımlarıyla beraber valse başlayınca paşalar hep birden sedirden kalkıp vals seyrine koyuldular. Bir paşa, İngiliz elçiliğinin tercümanına ‘Elli yedi yıl yaşadım, böylesine ilk defa şahid oluyorum. Bu balo dedikleri şeyi gördüm ya, artık vallahi gözüm açık gitmem. Maaşallah!’ diye seslendi.
Paşalardan bazıları, danseden hanımların çengi yahut rakkase olduklarını zannedip İngiliz elçisine ‘Bunlar benim konağımda da oynarlar mı?’ diye sordular. Elçi, paşaları hanımların hepsinin evli ve dansın da Avrupa’da sosyal bir ádet olduğu konusunda ikna etmek için dakikalarca uğraştı ve ‘Pek inanmadık ama hadi, öyle olsun! Bu kadar güzel rakkaseleri kendinize saklıyorsunuz demek ki!’ karşılığını aldı.
Osmanlı Devleti’nin padişahtan sonra gelen en güçlü adamı olan ‘Serasker’i yani Genelkurmay Başkanı Hüsrev Paşa, balodan çok fazla zevk aldı ve şaka niyetine Türk ve İngiliz erkeklerin kulaklarını çekip yanaklarını okşamaya başladı. Ama hanımların da kulaklarını çekmeye başlayınca, İngiliz büyükelçisi Paşa’yı ‘Ekselansları, hanımlarımız kulaklarıyla oynanmasından pek hoşlanmazlar’ diye uyarmak zorunda kaldı.
Dansa ara verildiği sırada, zamanın ‘Kapdan-ı derya’sı yani donanma kumandanı Pabuççu Ahmet Paşa’nın canı kumar oynamak istedi, İngiliz elçisiyle birkaç dakikalığına masaya oturdu ve epey para kaybetti.
Sıra hükümdarların şerefine kadeh kaldırmaya geldiğinde, Osmanlı paşaları içki içmekte hiç tereddüt göstermediler ama birkaç kadeh yerine şişeler dolusu içince hemen hepsi serhoş oldular ve kadınlarla fazla ilgilenmeye başladılar. Paşalardan biri, elçilik tercümanına bir İngiliz hanımı göstererek ‘İmam efendiyi çağıralım, bu hatunu hemen nikáhıma alacağım’ dedi.
Zamanın güçlü adamı Serasker Hüsrev Paşa bir hayli ileri yaştaydı ama İngiliz hanımların arasında kadehleri ardarda devirdi ve genç bir İngiliz hanıma Türkçe aşk şiirleri okumaya başladı. Üstelik sadece şiir okumakla kalmadı, mısralarda geçen ifadeleri kadına elleriyle izah etmeye çalışınca, kadın Paşa’nın yanından kaçıp İngiliz elçisine sığındı, ‘Beni bu ihtiyar çapkından kurtarın’ dedi ve elçi, Hüsrev Paşa’yı nazikçe uyardı.
Serasker Hüsrev Paşa ile Kapdan-ı Derya Pabuççu Ahmet Paşa, balodan gayet memnun kalmışlardı. Hüsrev Paşa, davetten ayrılırken İngiliz elçisine ‘Ben de konağımda balo vereceğim, mutlaka beklerim’ dedi; Pabuççu Ahmet Paşa da ‘Bizin Selimiye Kalyonu sanki balo vermek için yapılmış, ben de kalyona beklerim’ diye davette bulundu.
Bu ilk balo, bize aslında çok önemli bir başka şeyi öğretti: Çatal ve bıçak kullanmayı... O güne kadar sadece kaşık kullanıyor, yemeklerimizi ellerimizle yiyorduk ve 1829’daki bu balo, çatal ve bıçakla tanışmamızı sağladı. Baloya davetli olan Türkler yemek masasına yerleştirilmiş olan çatallarla bıçakları önce tuhaf bir şekilde süzdüler ama ‘ayıp olmaması için’ İngilizler’i taklid ederek kullanmaya çalıştılar ve çatalla bıçak hayatımıza böylece girmiş oldu.
Davetli Türkler arasında kendini kaybetmeyen tek kişi, zamanın ‘Reis Efendi’si, yani Dışişleri Bakanı Mehmed Said Pertev Paşa idi ve böyle davranmakla da İngilizler’in takdirini kazandı. İçki içmedi ama nezaketi de elden bırakmayıp ‘Sağlığı elvermediği için içmediğini’ söyledi. Üstelik İngiltere ile Türkiye arasında kalıcı bir barış olmayacağına da inanıyordu ve bu yüzden balonun verildiği güvertede beraberce asılan Türk ve İngiliz bayraklarının altına oturmak yerine, kendisine başka yerde bir koltuk buldu.
Baloya katılanlar arasında, Osmanlı ordusunda o yıllarda amiral rütbesiyle görev yapan Sir Adolphus Slade de vardı ve Slade, daha sonra yayınladığı hatıralarında balodan bahsederken ‘Türkler, birkaç saat içinde üç dev adım attılar. Bunlar kadınlarla dans, alenen içki içmek ve kumar oynamaktı. Ama bu hal, Türkler’in Hristiyanlar’ın iyiliklerinden ziyade kötü yönlerini taklit etmeye ne kadar hevesli olduklarını da gösterdi’ diye yazacaktı.
Yeri gelir danseder, yeri gelir horon teperdi
ONUR Öymen’in
‘Başbakan balo düzenleyip bir kadını dansa kaldırabilir mi?’ demesi üzerine, Başbakan
Tayyip Erdoğan, Onur Bey’e
‘Bizimle türkü söylemeye, horon tepmeye gelir misiniz?’ diye karşılık verdi.
Başbakan’ın ve
Onur Öymen’in sözleri, bende Türk devlet adamının sadece tek bir dansı yapmak zorunda olduğuna, yani tek bir kültürle sınırlı kalması gerektiğine inandıkları intibaını uyandırdı.
Bu sayfada, Atatürk’ün iki ayrı fotoğrafını görüyorsunuz. İlk fotoğraf dans ettiği, diğeri de horonu andıran bir Balkan oyunu oynadığı sırada çekilmiş.
Fotoğrafları, yorumu size bırakarak yayınlıyorum.