Paylaş
İşte, geçmişte yaşadığımız bu şekildeki bazı tatsızlıklardan birkaç örnek: Yunanistan’a karşı zafer kazanan ordumuzun bir papazın öldürülmesi bahanesiyle geri çekilmeye zorlanmasının ve kendi rızalarıyla Müslüman olan papazlar yüzünden başımıza gelenlerin kısa öyküsü...
KATOLİK rahip Andrea Santoro’nun Trabzon’da katledilmesiyle başlayan karmaşa ve tartışma, daha uzun müddet devam edeceğe benziyor.
Papazların canlarına kıyılması hadisesi bizde pek yeni bir iş değildi. Özellikle son iki asırdan buyana Türkiye’yi sıkıntıya sokmak yahut Avrupa karşısında zor duruma düşürmek ve Batı’nın müdahalesini sağlamak isteyen çevreler, zaman zaman papazları katledip ortalığı gayet güzel karıştırmayı becermişlerdi.
Bu çevrelerin işi geçmişte papazların canını almaktan medet ummaya kadar vardırmalarının sebebi, batılı güçlerin o devirde din konusunda oynadıkları roller, siyasi maksatlarla dinden medet ummaları ve dini ortalığı karıştırma vasıtası olarak kullanmalarıydı. Özellikle Fransa’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Katolikler’in, Rusya’nın da Ortodokslar’ın "hámisi" rolüne soyunmaları üzerine ayrılıkçı unsurlar bu ülkelerin dikkatini çekip müdahalelerini sağlayabilmek için denedikleri türlü türlü yolun yanısıra papazların canına da kasdetmişler, suçu daha sonra Türk yönetiminin üzerine atmışlar, defalarca işlenen böyle cinayetlerle ortalık birbirine girmiş ve neticede suçlu taraf hep biz olmuştuk.
Ortalığın bazen cinayet gibisinden acı bir hadiseyle değil, papazların Müslümanlığı kabul etmeleri üzerine karıştığı da olmuş, bu defa "dindar Hristiyanlar’ı yoldan çıkarmakla" suçlanmıştık ve üstelik bu olaylardan sonra komik gelişmeler yaşanmış ama sonuç hiç değişmemiş, fatura yine bize çıkartılmıştı.
Yandaki kutuda, geçmişte yaşadığımız bu şekildeki bazı tatsızlıklardan birkaç örnek yeralıyor.
Her papaz krizinden zararla çıkmıştık
PAPAZ ÖLDÜRÜLDÜ, ORDUMUZ GERİ ÇEKİLDİ:
Yunanistan’la 1897’de giriştiğimiz savaşı kazandık ama Atina’ya girmek üzere olan ordumuz Avrupa devletlerinin müdahalesiyle durduruldu ve küçük bir tazminat karşılığında geri çekilmeyi kabul ettik.
Trakya’da ve Balkanlar’da büyük bir gerilim hüküm sürerken, Teselya’daki Yunan ordusunun ikmal merkezi olan Galos’ta Katolik bir Rum papaz, 1898 Mart’ında bir gece vurularak öldürüldü. Yunanlılar, papazın Türk askerleri tarafından vurulduğunu iddia ettiler, iddiaya Fransız konsolosu da destek verince ortalık daha da karıştı.
Yapılan soruşturma, cinayetten hemen önce papazın evine giden bir kişinin "Beni, Fransız konsolosu gönderdi" diyerek kapıyı açtırdığını ve papazı hemen oracıkta öldürdüğünü gösterdi. Bu bilginin elde edilmesinden sonra, hadisenin kilit adamı haline gelen konsolos, Galos’tan apar topar ayrılarak Fransa’ya döndü ama çıkan karışıklık son bulmadı. Bábıáli, yani zamanın Türk hükümeti, Avrupa ülkelerinin İstanbul’daki elçiliklerini durumdan belgelerle beraber haberdar etti ama elçilikleri olayın komplo olduğu konusunda iknayı bir türlü başaramadı. Baskılar devam etti, karışıklıklar sona ermedi ve nihayet Osmanlı birlikleri Galos’tan çekilmek zorunda kaldılar. Papazın öldürülmesi, Teselya’nın bir bölümünün elimizden gitmesiyle neticelenmişti.
PAPAZI MÜSLÜMAN EDENLER SÜRÜLDÜ:
Sultan Abdüláziz’in tahtta bulunduğu 1869 yılında, Şam’ın yerlilerinden olan Maruni bir papaz dinini değiştirip Müslüman oldu. Şazeli tarikatine bağlı olan 14 kişi, papazı İslamiyet konusunda aydınlatmış ve Müslümanlığa geçmeye ikna etmişlerdi.
Böyle bir hadise daha önceki devirlerde yaşansaydı, papazı Müslüman edenler ihyá olur, hattá saraydan ağırlıklarınca altın bile alabilirlerdi. Ama o yıllar Avrupa’nın Türkiye’ye hemen her konuda baskı yaptığı, sözünü dinletmek için her yola başvurduğu bir dönemdi ve İstanbul’daki batılı elçilikler, din değiştirme işinin baskı ve tehdit sonucu olduğunu iddia edince papazın Müslüman olmasını sağlayanlardan on ikisi Şam’dan Fizan’a, yani Libya’nın iç taraflarına sürgün edildiler.
Sürgüne gönderilenler senelerce orada kaldılar ve hayatlarını son derece güç şartlar altında devam ettirdiler. Derken aradan seneler geçti, Şam’da yaşananlar unutuldu ve Fizan’a sürgün edilenleri de hatırlayan kimse kalmadı. Hatırlanmaları sürgünlerinden tam 15 sene sonra, 1884 yılında Trablusgarp Valisi’ne verdikleri ortak bir dilekçe sayesinde mümkün olabildi. Dilekçe önce şaşkınlıkla karşılandı, zira bu kişilerin Fizan’a gönderilme sebeplerini bilen tek bir bilen bile kalmamıştı.
Olay, Trablusgarp Valisi Ahmed Rasim Paşa’nın durumu İstanbul’a duyurmasıyla başka şekle büründü, zira sürgünün sebebini İstanbul’da da hatırlayan hiç kimse kalmamıştı. İçişleri Bakanlığı konuyla ilgili olarak Şam’dan bilgi istedi ve o tarihten 15 sene önce yaşanan hadisenin ayrıntıları ancak o zaman hatırlandı. Konu, zamanın hükümdarı İkinci Abdülhamid’e kadar uzandı ve Suriyeli papazın Müslüman olmasından sonra Fizan’a sürülen kader mahkûmları, hükümdarın emriyle serbest bırakıldılar.
PAPAZ HAMAMA GİTTİ, DİPLOMATİK KRİZ ÇIKTI:
Suriye’nin liman şehri Lazkiye’de yaşayan bir Ortodoks papazı, 1844 yılında kendi rızası ile Müslüman oldu. O devrin ádetlerine göre, Müslümanlığı kabul edenlere hamamda abdest aldırılır, sonra da camide namaza götürülürlerdi.
Papaz, bir grubun refakatinde hamama doğru yola çıkarıldı. Ama, kafile hamam yolunda ilerlerken kıyamet koptu, yerli Hristiyanlar patriği binbir türlü hakaretle taş yağmuruna tuttular. Atılan taşlar bölgenin en önemli şeyhlerinden birinin oğlunun burnunu kırdı.
Beyrut’taki Fransız konsolosu meseleyi abartmakta gecikmedi ve Hristiyanlar’ın din değiştiren papazı değil, Müslümanlar’ın Hristiyanlar’ı ve Fransız binalarını taşladıklarını iddia etti. Konsolos, karşılık olarak, papazla beraber hamama giden Müslümanlar’a Avrupalı diplomatların önünde meydan dayağı çekilmesini istiyor, talebi yerine getirilmediği takdirde Lazkiye’deki bütün Avrupalı diplomatların şehri terkedeceklerini söylüyordu.
Bábıáli’nin isteği reddetmesi üzerine konsoloslar şehirden ayrılıp Beyrut’a gittiler ve işe bu defa Beyrut’taki batılı elçilikler karıştı. Meselenin böylesine dallanıp budaklanması üzerine çaresiz kalan İstanbul, papazla beraber hamama giden dokuz kişiyi tutuklamak zorunda kaldı ama Fransız konsolosu ikna olmamıştı ve meydan dayağı talebinde ısrar ediyordu.
Konu, Bábıáli’nin araya diğer elçilikleri sokmasıyla güçlükle kapatılabildi ve papazla beraber hamama gidenler, Fransız konsolosun istediği meydan dayağı cezası yerine hapis cezalarına çarptırıldılar (Prof. Dr. Vahdettin Engin’in notlarından).
Türkiye’yi Batı Müziği ile tanıştıran üstada, Vatikan’dan sessiz tören
TÜRKİYE’yi 19. asırda Batı Müziği ile tanıştıran ve ilk Türk bandosunu kuran İtalyan müzisyen Giuseppe Donizetti için, ölümünün 150. yıldönümü münasebetiyle Papalık’ın İstanbul Temsilciliği tarafından kullanılan Saint-Esprit (Kutsal Ruh) Katedrali’ndeki mezarının başında bugün bir anma toplantısı düzenlenecek ve küçük bir áyin yapılacak.
İstanbul’daki İtalyan Kültür Merkezi ile Vatikan’ın İstanbul Temsilcisi Monsenyör George Marovitch’in beraberce hazırladıkları program uyarınca, aralarında Vatikan’ın Ankara’daki büyükelçisinin de bulunacağı bir heyet, toplantıdan sonra Donizetti’nin katedraldeki mezarına çelenk bırakacak.
Reformcu hükümdar İkinci Mahmud tarafından 1828’de İstanbul’a davet edilen, 28 yıl boyunca Osmanlı Devleti’nin hizmetinde çalışan ve hükümdarın kurduğu modern ordunun bando teşkilátını oluşturan Donizetti, İkinci Mahmud’un ölümünden sonra tahta çıkan oğlu Sultan Abdülmecid’e de hizmet etmiş ve "Paşa" unvanını almıştı. 28 yıl boyunca İstanbul’da kalan müzisyen, hayattan 1856’nın 12 Şubat günü ayrılmış, üç hafta kadar Beyoğlu’ndaki Santa Maria Kilisesi’nde muhafaza edilen cenazesi 6 Mart 1856 günü Saint Esprit Katedrali’nde, Osmanlı İmparatorluğu’nun önde gelen bazı Katolik aile mensuplarının mezarlarının bulunduğu mekána defnedilmişti.
Bugün, katedralin altındaki mezarının başında anılacak olan müzisyenin hayat hikáyesi, kısaca işte böyle. Gönül, böyle bir törende Birinci Ordu’ya ait bir bandonun da bulunmasını ve askerlerin ilk batı müziği hocalarıyla 150 yıllık bir aradan sonra yeniden buluşmalarını arzu ederdi ama Birinci Ordu törene her ne sebeptendir bilinmez, bando göndermiyor!
Paylaş