Paylaş
Mülakat, geçen haftaki Der Spiegel'de çıktı. Yani, Almanya'nın en çok satan, en sağlam haber alan haftalık dergisinde. Biraz bizdeki eski Akis gibi, renkli ve kolay okunur üslubu yanında, görüşlerini adına uygun biçimde ‘‘ayna’’ yalınlığıyla yansıtan bir dergi.
Derginin konuşturduğu, yolsuzluklara da bulaşarak giden Helmut Kohl yerine Hıristiyan Demokratlar'ın başına geçen Wolfgang Schauble. Yeni başkan, kendisini tekerlekli sandalyeye mahkûm eden sakatlığına karşın, siyasal görüşlerinde Kohl'dan daha sağlıklı ve sağduyulu.
Soru: ‘‘AB'yi sadece Hıristiyan kültür ortaklığı olarak mı görüyorsunuz?’’
Schauble: ‘‘Üyeliği yakınlaştırılan Türkiye'yi kastediyorsanız, benim kanaatimce, toprakları coğrafi olarak Avrupa sayılmayan ülkeler için, tam ve sımsıkı bir üyelik yerine özel aidiyet biçimleri bulmalıyız. Anadolu, Avrupa'nın bir parçası değil. Rusya kapımızı çalarsa ne diyeceğiz?’’
Spiegel: ‘‘Zaten Başbakan da Rusya'nın fazla büyük olduğunu söylüyor.’’
Schauble: ‘‘Biraz basitleştirilmiş bir yanıt, değil mi? Türkiye konusundaki durum, tek cümleyle şudur: Olmayacağını herkes biliyor. Kimse istemiyor, kimse söylemiyor, kimse açık konuşmuyor; bu da siyasal dürüstlük kurallarına ters. Böylece, köktencilerle Avrupa'nın kuşkucuları ateşleniyor.’’
Spiegel: ‘‘İslam ülkeleri Avrupalı olamazlar mı demek istiyorsunuz?’’
Schauble: ‘‘Hayır. Bosnalılar pekala Avrupalı. Sadece toprak sınırlarından değil, temel ilkelerden de söz etmeliyiz...’’
Mülakat, böylece sürüp gidiyor. Belli ki, Fransa'daki Giscard d'Estaing çizgisi gibi, Alman Hıristiyan Demokratları'nın da yaklaşımı, Türkiye'yle köprüleri büsbütün atmamak, ama tam üyelik olmayan, Gümrük Birliği'nden biraz öteye, özel bir ortaklık biçimi bulup Ankara'yı onunla yetinmeye zorlamak.
Tabii, Ege, Kıbrıs, Güneydoğu konularında istenenleri elde ettikten sonra.
Bu yalnız Avrupa sağına özgü bir tutum sayılmamalı. İktidarlar değiştikçe, aynı tutumun, Türkiye'yi etkileme araçlarını kaybetmeden, soldan sağa, sağdan sola kanat değiştirdiği görülmüştür ve görülecektir de.
Onun için, tam üyelik aşkıyla, hatta o aşk olmadan da demokrasi ve insan hakları konularında gerekeni yapmak, ama vuslata varmayacak bir aşk yüzünden öbür üç konuda, yani Ege, Kıbrıs ve Güneydoğu konularında Türkiye'nin uzun vadeli çıkarlarına aykırı ödünlerden uzak durmak en akılcı tutum olacaktır.
Ne yazık ki, Türk diplomasisinin yönetilişinde ve medyasının yönlendirilişinde pusulayı şaşırma belirtileri görünmeye başlamıştır. Avrupa aşkı Papandreu aşkını, Papandreu aşkı da Avrupa yolunda Yunan rehberliğini ve hatta vesayetini getirdi. Dünkü ortak basın toplantısındaki görünümün başka anlamı yok: Kabul edin ki, konuk bakan ‘‘Bizim yol göstericiliğimizi benimseyip dediklerimizi yaparsanız Avrupa işiniz kolaylaşır’’ dedikçe, Türkiye'yi yöneten ve yönlendirenlerin anlamsız kafa sallayışlarını görerek bu durumlara düşürülen ülkeye acımadan durmak çok zor olmuştur.
Paylaş