Paylaş
Hükümetin düşürülmesinden sonra öyle bir oyun oynanıyor ki, ne oyunu olduğunu anlamak bile zor. Satranç deseniz, değil. O iki kişiyle oynanır. Burada ise, en azından, Meclis'te grubu bulunan beş parti var.
Bir de devlet başkanı, eder altı. Grupsuz partiler ve Meclis dışından, sanayi ve ticaret çevreleriyle sivil girişimciler gibi topluluklar da cabası. Hepsi değişik amaçların ardından koşmakta, her biri öbürünü ya da öbürlerini saha dışında yahut ofsaytta bırakma hesapları peşinde.
Siyaset her ülkede ve hele çoğulcu toplumlarda hep böyle olur diye düşünebilirsiniz. Ama bütün sorun ‘‘siyaset’’ denince ne anladığınıza bağlı.
Temel sorunlarını çözmüş, düzenlerini sağlam kurmuş ülkelerin siyaseti başkadır, partilerinin ekonomik ve sosyal sorunlarda nasıl cephe tuttuğu bile belli olmayan Türkiye gibi bir ülkenin siyaseti başka. Sağ-sol, muhafazakâr-liberal gruplaşmalarına benzer bir görüntü bulabiliyor musunuz Türkiye'de. Parlamentodaki sağ denen partiler de aynı çizgiyi savunmakta, sol denenler de. Tek ayırım, Fazilet'le öbürleri arasında. Var mı, yok mu laiklik ve anti-laiklik bölünmesi. O bile kesin değil: Öbür sağ partilerin içinde de tarikatçılar, laiklik konusunda değişik düşünenler yok mu?
Bu konu dışında, sınıflar yahut bölgeler arası uçurumlara çözüm getirici değişik bakış açıları ortaya konmayınca, hükümet kurma yahut koalisyon pazarlıkları da basit kişilik ve particilik oyunlarından öteye gidemiyor: Görünürdeki sağ ve sol sayılabileceklerin kendi aralarındaki ters düşmüşlükler devam ededursun, kim ağır basacak ve sağ sol toparlanmalar hangi parti çatısı altında olacaktan öteye geçmeyen bir yarış yaşanmakta. Eski Refah Partisi'nin Çiller'le koalisyon kurmadan önce ulusal sanayii koruma ve yabancı sömürüye karşı yerli sermayeye sahip çıkma gibi belirli bir tutumu vardı; şimdi o çizgi de yok.
Ülkenin ve toplumun temel sorunlarına ilişkin çizgiler belli olmayınca, daha doğrusu herkes köklü çözüm getirmeyen aynı çizgide birbirine karışınca, siyasal kadrolar arasındaki bu çekişme artık halk yığınlarını da ilgilendirmez olmuştur. O yığınlarda hayret ve hatta biraz tiksintiyle karışık bir ilgisizlik ve seyircilik söz konusu.
Nisanda yapılacak bir erken seçim de heyecan uyandırmıyor. Partilerin iç yapılarında ve seçim sistemlerinde köklü değişiklik getirecek adımlar bu kısa içinde atılamayacağı içina, üç aşağı beş yukarı aynı tabloyu tekrarlayacak bir seçim neden farklı bir beklenti, dolayısıyla büyük bir heyecan uyandırsın?
Dolayısıyla, bu yönsüzlük ve seçeneksizlik ortamında sürüklenip duran bir Türkiye'yle karşı karşıyayız.
Nereye doğru sürüklendiğini bile kestiremeyen bir Türkiye.
Böyle bir ortamda belki en akıllıca tutum, iki seçim kategorisini birbirinden ayırıp yerel seçimleri zamanında yapmak, genel seçimlere kadar da Meclis içinden ve dışından teknik yanı siyasal yanından daha ağır basan bir hükümet öncülüğünde belirgin seçenekleri içerecek ‘‘gerçek siyaset’’in zeminini oluşturmak olabilir.
Paylaş