Mümtaz Soysal: ‘Ulusal’ı beklerken






Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

SAYIN Demirel, ‘‘Türkiye Cumhuriyeti devletinin hükümeti’’ demeyi severdi. Böyle dedikçe, daha heybetli görünürdü devlet ve hükümet. Hatta böyle söyleyen kişi.

Başta İsmet İnönü olmak üzere, ilk yılların Kemalistleri ise, kısaca ‘‘Cumhuriyet Hükümeti’’ demeyi daha uygun bulurlardı. Babıáli alışkanlıklarından kopuşun en kesin anlatımı buydu. Böyle bir söylemde devrimcilik kokusu sezmeden edemezdiniz.

Adında bu çeşit anlamlar yüklü olan bir hükümetin 12 Mart 2001 sabahı yaptığı toplantıda neler olupbittiğinin hikáyesini okumak kadar insanın içini hüzünle dolduran bir şey olamaz.

Atlantik ötelerinden gönderilen ‘‘biyonik adam’’, otel odasının ışığını sabaha kadar açık tuttuktan sonra saat 06.30 toplantısından Bakanlar Kurulu'na gelip açıklama yapacak, Washington'dakilerin nasıl bir ‘‘ulusal’’ program istediklerini ve bürokratların bunu ne ölçüde karşılayabildiğini aktarınca tartışma başlayacaktı. Ama, öyle anlaşılıyor ki, Türk devletinin kurallarını ve geleneklerini daha iyi bilen biri kendisine anımsatmış: Meclis'te ant içmeden hükümete katılamayacağı ortaya çıkınca toplantıya gelememişti.

Bu durumda, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bakanlar toplantısında ‘‘jet tren’’ ve ‘‘yetmiş milyar dolarlık çevre temizliği’’nin konuşulduğunu yazıyor gazeteler, alaycı bir dille.

Ne yapsalardı yani? ‘‘Öğretmen gelmedi’’ diye bahçeye çıkıp top mu oynasalardı? Yahut ‘‘Hava güneşli’’ diyerek kıra mı gitselerdi? Yine de, bu ülkede yıllardır hiç tartışılmayan demiryolu konusunu konuşmuş olmaları fena mı olmuştur? Kusurları, olsa olsa, ‘‘Türkiye'ye kaç milyar yollayacak acaba?’’ diye gözlerini diktikleri Dünya Bankası'nın, dışa yolladığı uzmanlara ‘‘Sakın yeni demiryolu yapmayın!’’ dediğini unutmuş olmalarıdır.

Belki, önümüzdeki aylar için kendilerine daha çok yarayacak bir konuyu tartışabilirlerdi. Yani, son yıllarda hiç konuşulmayan, sözü bile edilmeyen ‘‘yönetim reformu’’nu.

Benimsenmek istenen politikalar ne olursa olsun, bunların oluşturulması ve uygulanması bakımından sağlam bir kamu hizmeti anlayışına, işlevsel bağlantılarla birbiriyle ilişkilendirilmiş kurumlara, iyi yetişmiş seçkin kamu görevlilerine gerek yok mudur? Oysa, tam tersine, şimdiye kadar ‘‘yapısal reform’’ diye yapılanlar, kamu hizmeti, kamu kurumu ve kamu görevlisi diye ne varsa, hepsini altüst edip devleti yetersiz, verimsiz ve beceriksiz bırakmamış mıdır? Hem de dış tavsiyeyle ve çağdaşlık adına.

Üstelik, bu konularda köklü gelenekleri, organları, oralara yüz yılı aşkın süredir özverili eleman yetiştiren eğitim kurumları bulunan bir ülkede.

Bunlar dururken, olanı düzeltme, iyileştirme, geliştirme ve ulusun insan malzemesini seferber etmek varken, ‘‘ulusal’’ denen bir programı hazırlamak için bile IMF ve Dünya Bankası'ndan akıl ithal etmek kadar çelişkili bir durum olabilir mi? O aklı beklerken hiç olmazsa akıl edip bunu konuşmak gerekmez miydi?

Yazarın Tüm Yazıları