Paylaş
Akkuyu santralı dolayısıyla yeniden gündeme geldi: Bu ülkeye yatırım yapmak, fabrika kurmak, tesis getirmek isteyen her yabancı, ne yapmak, kurmak, getirmek istiyorsa, o işin teknolojisini de getireceğini söylemeden edemez.
Sanki, teknoloji de, onunla birlikte, kendiliğinden gelecekmiş gibi.
Teknoloji getirmenin ne demek olduğunu açıklamadan.
Daha doğrusu, ‘‘Teknoloji gelir mi, yoksa öğrenilir ve yaratılır mı?’’ sorusuna doğru yanıt vermeden.
Kısacası, ‘‘Size nükleer santral kurarak nükleer enerji teknolojisini de getirmiş olacağız’’ diyenlere kanmamak gerek.
İnsan, özellikle Hindistan'ın BARC'ını görüp başındaki insanlarla saatlerce konuştuktan sonra bu konuda çok daha inançlı ve kararlı oluyor.
BARC, ‘‘Bhabha Atomik Araştırma Merkezi’’ sözlerinin İngilizce başharflerinden kısaltılmış bir ad. Merkez, 1940'ların ortalarından başlayarak Hindistan'da nükleer araştırmalara öncülük etmiş olan Hami Cihangir Bhabha'nın anısına 1967'den beri bu adı taşımaktaymış.
‘‘Merkez’’ denince, bir ya da birkaç binadan oluşan ufak bir yer sanılmasın. Artık Mumbai diye anılan Bombay'ın kuzeyinde, Trombay'da, 15 bin nüfuslu tam bir site. Bu nüfusun 5.000'i bilim adamı ve fenci, gerisi de yönetim ve hizmet personeli. Altı büyük araştırma reaktörüyle, nükleer teknolojinin barışçı ve tıbbi amaçlarla kullanımına yönelik laboratuvarları ve lojmanlarıyla, kilometrelerce uzanan bir alan.
Giriş, daha ülkeye gelmeden başlatılan güvenlik soruşturmalarıyla ve ana kapıdan asıl tesislere ve reaktörlere yaklaştıkça artırılıp sıkılaştırılan önlemlerle müthiş bir denetim altında. Hindistan, kendi yarattığı nükleer teknolojiyi gururla ve kıskançlıkla korumaya niyetli.
Merkez'in başkanı, 1945'te Temel Araştırma Enstitüsü'nün kurulmasından 1955'teki Thorium Fabrikası'na, 1960'taki ilk küçük araştırma reaktöründen bugünkü tesislere kadar geçen aşamaları anlatırken şunu vurgulamaya önem veriyor: ‘‘İlk başlarda Kanadalılarla birlikte çalıştık; ama, sonrası kendi bilim adamlarımızın çabalarına dayalı. Bu bakımdan artık kimseye muhtaç ve bağımlı değiliz; teknolojimizi daha da geliştirmek yine bizim elimizde.’’
Bu bilimsel altyapı ve ciddi donanım olunca, elektrik üretiminde kullanılan nükleer santralları kurmak ve hatta dünyada büyük yankı uyandıran atom bombasını da yapmak, bu bilimsel araştırma ve geliştirme çalışmalarının doğal sonucu olmuş. İster istemez, nükleer fizikçi Tolga Yalman'ın ‘‘Atom bombası masalıyla Türkiye'de nükleer santral tezgáhı’’ tebliğini, kendi ülkenizin tek bir üniversitesindeki ve Çekmece'deki araştırma reaktörlerinden ibaret sınırlı yatırımları, temel bilimler fakülteleri olmadan kurulan üniversiteleri, bilime ve bilim adamına ödenek ayırmaktan korkup sonra da kuşkulu santral ihalelerini ‘‘teknoloji getiriyoruz’’ diye yutturmaya çalışan politikacıları düşünüyorsunuz.
Paylaş