Paylaş
İNSAN kafası bir dertle ya da endişeyle sürekli meşgulse, başka konularda tam verimli olamaz.
Son maçlarda herkes gördü; aklını Inter transferine takan Hakan Şükür, artık doğru dürüst kafa vuramaz olmuş. Zihninde bir yığın soru işareti: ‘‘Faruk Süren niçin öyle konuştu? Kampa girip bir şeyler imzalatan adam sahiden o kulübün yetkili temsilcisi değil miydi? Fiorentina'yla maç yaparsak acaba Terim Hoca karşımdakilere ne biçim taktikler verir?’’
Böyle kafa topla buluşamaz elbet. Öbür bazı kafaların da bu çeşit soru işaretleryle dolu olduğu ilk iki maçta ortaya konan futboldan belli.
Soruşturma komisyonlarının haklarında Yüce Divan'a sevk kararı verdiği politikacıların da ruh hallerini anlamak kolay. Böyle durumlarda insanın aklı yargıç önüne çıkma endişesiyle meşguldür. ‘‘Suçsuzum’’ dese, hatta gerçekten öyle de olsa, kafası hep o mahkeme görüntüsüne takılı kalır.
Başlangıçta meydan okurcasına yapılan konuşmalar, ‘‘Çıkıp aklanmaya hazırım’’ tarzı sözler bu takıntıyı örtmeye yetmez.
Şimdiki Yunan Dışişleri Bakanı Yorgo'nun babası Andreas Papandreu da, Koskotas skandalı dolayısıyla Yüce Divan'a verilmesi söz konusu olduğunda parlamento kürsüsünden ‘‘sade, fakat bıçak gibi keskin bir dille’’ konuşmuş, ‘‘Beni suçlayanları suçluyorum’’ demişti. Ama, sonra davranışları değişti.
Hikáyeyi kendisiyle ‘‘on yıl elli dört gün’’lük bir yaşam kesitini büyük bir sevgiyle paylaşan Dimitra'nın anlatımından okumak çok ilginçtir. Genç kadın, o yaşlı politikacının meydan okuyuşla başlayıp endişeli bir bekleyişe nasıl geçtiğini, ‘‘Birbirimize o kadar bağlanmıştık ki, artık ben neleri işitmek istediği, neye ihtiyacı olduğu, benim ona neyi vermem gerektiği konularında uyanık olmak, endişelenmemesine dikkat etmek durumundaydım’’ diyerek tam bir dişi duyarlılığıyla çok güzel anlatır: ‘‘Hemen hemen yapayalnızdık... Dost ziyaretleri çok azdı, fakat çok değerliydi. Telefon nadiren çalıyordu... İkimiz de tehlikenin büyüklüğünü, onun siyasi geleceğiyle oynandığını, onun uzun bir süre çok olası sayılan mahkûmiyeti üzerine, sadece siyasi rakiplerinin değil, fakat başkalarının da büyük siyasi yatırımlarda bulunduklarını bilerek bu yalnızlığı yaşadık... Çoğu kez üzüntüsünü açığa vurur, çünkü yanında daha fazla kimsenin olmasını beklerdi. Üzülüyordu, çünkü kendisine karşı böyle bir davranışta bulunulacağını düşünemiyordu.’’
Anımsanacaktır, o davada Papandreu mahkûm olmadı. Ama, savunma yapmayı reddettiği yargılama sırasında ‘‘tecilli iki yıl yiyeceği’’ne ilişkin söylentiler çıkmıştı. Böyle bir olasılığın bile onu ne kadar üzdüğünü sevgilisi yine aynı duyarlılıkla uzun uzun anlatır.
Böyle bir ruh halinin insanları ne çeşit şaşkınlıklara ve bocalamalara sürükleyebileceği, son günlerde suçlanan parti liderlerinin hukuk açısından çelişkilerle dolu Anayasa değişikliklerini hemen gündeme getirişlerinden belli değil mi?
Ama, insanlık halidir ve mazurdurlar. Peki, ya Sayın Başbakan?
Paylaş