Mümtaz Soysal: Sözler ve niyetler

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Avrupa Birliği'ne tam üyelik çalışmalarının eşgüdümü için gereken örgütlenişin hálá yapılamayışı, sadece ‘‘bina sorunu’’ndan mı kaynaklanıyor? Ya da, gerisinde yalnızca başlangıçtan beri süregelen kişisel çekişmeler, örneğin Cem'le Gürel yahut İrtemçelik arasındaki heveslenmeler mi yatıyor?

Hayır, bunlara ek olarak, bir de Devlet Planlama Teşkilatı'nın devreye girmek isteyişi var. Şimdiye kadar, yeni örgütlenişte baştaki genel sekreterin yanında biri Dışişleri'nden, öbürü de Hazine ve Dış Ticaret'ten olmak üzere iki yardımcılık düşünülmekteydi; ama DPT'liler, ‘‘Tam üyeliğe hazırlanma demek, ekonomik ve sosyal planlamayla ilgili bir yığın konunun da ele alınması demektir ve bunlardan sorumlu olan biziz’’ diyerek bir yardımcılığın da kendilerine verilmesini istiyorlardı. Şimdi, Başbakan'ın emri üzerine hazırlanan yeni düzenlemeyle bu istekleri karşılanmış olacak.

‘‘Daha doğal ne olabilirdi?’’ diye düşünebilirsiniz. Ama, pek öyle değil.

Pek öyle olmadığı, DPT'de AB'ye özel hazırlık işlerini ele almak üzere kurulan komisyonun raporundan anlıyorsunuz. Başbakan'ca da benimsenmişe benzeyen ve görüş alınmak üzere bürokrasinin çeşitli kesimlerine dağıtılan bu rapor hayli ilginç.

Çünkü, DPT, kendi alanına giren konularla yetinmeyerek demokrasi, insan hakları, ölüm cezası gibi konularda da birtakım düşünceler ortaya koymakta.

Bu arada, Milli Güvenlik Kurulu'nun ‘‘sivilleştirilmesi’’ konusunda da.

Cumhurbaşkanlığı makamının el değiştirdiği şu günde, yalnız DPT'nin değil, Avrupa'nın ve Türkiye'deki dinci çevrelerin, hatta İkinci Cumhuriyetçi ‘‘entel’’lerin akıllarını taktıkları bu konuyu biraz deşmekte yarar var: İstenen, ‘‘Demokrasilerde askeri otorite, sivil otoriteye tabi olmalıdır’’ diye özetlenebilecek ve ‘‘demokrasinin demokrasi olduğu’’ ülkelerde doğal sayılabilecek bir ilkenin gerçekleşmesi midir?

Yoksa, bunun gerisinde, yarımyamalak bir demokraside Kemalist Cumhuriyet'e sahip çıkan ve bu sahip çıkışla, gerekirse Avrupa'nın ve hatta ABD'nin isteklerine bile karşı koyabilen inançlı bir anlayışı yıkma çabası mı yatıyor?

Milli Güvenlik Kurulu, 12 Eylül Anayasası'yla değil, 27 Mayıs'ın ürünü olan 1961 Anayasası'yla yaratılan ilginç bir kurum. Amaç, cumhuriyeti kuran ve onu can pahasına koruma görevi taşıyan gücün geniş anlamda güvenlik sorunlarına ilişkin ‘‘tehdit değerlendirmeleri’’ni sivil makamlara aktarmak ve bu aktarma ciddi yapılmazsa ortaya çıkabilecek yanlışlarla gerginlikleri kurumsal yoldan önlemekti.

Bu değerlendirmeler bakımından 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde önemli hatalar yapılmış olabilir. Ama o hataların yapılmış olması, Avrupalılık, demokrasi ve seçilmişlerin üstünlüğü sözlerinin gerisinde bölücülük, dincilik ve hatta hainlik niyetleriyle içte ve dışta cirit atacak olanlara ciddi uyarıdan yoksun boş bir meydan bırakmayı mı gerektirir?

Yazarın Tüm Yazıları