Paylaş
Her olayda olduğu gibi bu olayda da birçok şey birbirine karıştırılmış, çok şey birbirine karıştırılınca da kafalar karışmıştır. Olanların bilinçli, hesaplı ve planlı olup olmadığı, nerelerden nasıl kaynaklandığı ancak zamanla anlaşılacak.
Şu günlerde yaşadığımız ve merakla izlediğimiz olay, bir seçimdir; cumhurbaşkanlığı seçimi. Her seçimde olduğu gibi bunda da adayların olması ve her birinin kendi kişisel taktiklerini uygulayıp propagandasını yapması kadar doğal bir şey olamaz.
Ama seçim, rastgele bir siyasal mevki için değil, cumhurbaşkanlığı makamı için yapılan bir seçimdir. O makamdaki görevler, Anayasa gereği, tarafsızlıkla yerine getirilmesi gereken görevlerdir. Örneğin, seçilenin, varsa partisi ile ilişiğini kesmesi Anayasa kuralı. Dolayısıyla, seçimin bir parti ve hele bir iktidar sorunu durumuna getirilmesi, konunun özüne ters düşer.
Oysa, konuların özünü kavramaktan bile aciz bir liderler takımı sayesinde, tam da bu olmuştur. Hem de, daha adaylık ve seçim aşamasına gelmeden, bir ‘‘Anayasa değişikliği’’ sorunu ortaya atılarak. O sorun dolayısıyla, koalisyon cephesi oluşturulmuş, ‘‘istikrar’’ kavramı ortaya atılmış ve bir güven oylaması havası yaratılarak Anayasa değiştirilmezse hükümetin düşeceği söylentisi yayılmıştır.
İktidar nimetlerini yitirmek istemeyen ya da bir hükümet bunalımı daha yaşamaktan çekinen insanların 367 oyluk bir cephede bütünleşeceği umularak.
O aşamada bu olmadı. Şimdi ise, seçim aşamasında yine aynı taktik uygulanıyor. Makamın niteliği dolayısıyla hiç siyasallaştırılmaması gereken bir seçimi alabildiğine siyasallaştırarak.
Konuyu, sanki bir genel seçim ya da bir güvenoylaması arifesindeymişiz gibi iktidarı destekleyip desteklememe konusu olarak gören ve ekonomik ilişkileri dolayısıyla elbette desteklemeden yana olma gereğini duyan medyanın da katkısıyla.
Çok şeyin birbirine karıştırılmasının sonuçlarını daha da karışık kılan, bu siyasal boyutun yanına bir de yargı boyutunun eklenmesidir. Adaylardan birinin aynı zamanda Meclis'teki partilerden birini yargılamakta olan bir mahkemenin başkanı durumunda oluşu, iktidar bütünleşmesini muhalefetten gelen bir başka bütünleşmeyle tamamladı. Başlangıçtaki üçlü mutabakatın, taktik hesaplarla bir başka liderin de katılmasıyla, beşli bir genel başkanlar mutabakatına dönüşmesi bundandır.
Dolayısıyla, halk yığınlarının gözünde bir kişinin seçkin kimliği ile bir makamın yüce gerekleri arasında bütünleşme anlamı taşıması özlenen olay, tam tersine, siyasal çıkarların bütünleşmesi gibi pek seçkin ve yüce olmayan bir görüntü yarattı. Sonuçta hem sürecin ve makamın zedelenmesine, hem de devletin başına geçecek kişinin gereksiz yere siyasal çekişme konusu yapılmasına varan olayın hüzün verici yönü budur.
Tabii, bu hüznü duyabilenler için.
Paylaş