Paylaş
ARSENAL maçını Türkiye ortamının televizyonlarında ya da Parken Stadı'nın sarı-kırmızılı ve kırmızı-beyazlı tribününde seyretmek başka şeydir, bir Batı Avrupa kentinin otel odasındaki ekrandan izlemek başka. Toplu heyecandan uzak, başkalarının davranışların serinkanlı değerlendirebiliyor insan.
İngiliz spikerlerin maçı nasıl vermiş olabileceklerini tahmin etmek zor değil. Nitekim, hiçbiri İstanbul'daki bıçaklanışları ve Kopenhag didişmelerini laf arasına sokmadan edememiş. Bergkamp'ın oynadığı bir oyunun Hollanda'da nasıl anlatılmış olabileceğini düşünmek de zor olmasa gerek. Ama, asıl ilginç olan, Thierry Henry'li, Petit'li, Vieira'lı bir maçın Fransa'nın popüler İkinci Kanal'ından verilişiydi. Sonuçtan çok onların nasıl oynadıklarını değerlendirmekti spikerlerin asıl çabası. Bundan doğal da bir şey olamazdı. İlle onlardan birinin gol atmasını isteyişleri de olağandı elbet.
Olağanüstü olan, maçın genelini anlatışta gösterdikleri yansızlık oldu. Kuru ve soğuk değil, canlı ve akıllıca. Belki, Manş ötesindeki ezeli rakibin Türklerden ders alıyor olmasını seyretmenin keyfi vardı anlatışlarında.
Aynı yaklaşım, ertesi sabah, Fransa'nın ve belki de Avrupa'nın en büyük günlük spor gazetesi olan L'Equipe'te de egemen. Birinci sayfayı kaplayan renkli bir resim; içeride, biri olaylara, öbürü maça ayrılmış iki tam sayfa.
Bir de, ayrıntılı değerlendirme: En yüksek not, 10 üzerinden 7'yle Henry'nin. Galatasaray'da iki 6.5: Taffarel ve Hakan Şükür.
Saniyeli ölçmeler: Top, birinci devrede 12 dakika 33 saniye GS'li ayaklarda ve bunun 6 dakika 44 saniyesi rakip sahada. Süreler, Arsenal için, sırasıyla 10 dakika 25 saniye ve 6 dakika 17 saniye. İkinci devre, 16 dakika 22 saniye süreyle top GS'de ve bunun 9 dakika 13 saniyesi rakip sahada. Arsenal'e kalan, 7 dakika rakip sahada olmak üzere, 11 dakika 14 saniye.
Uzatmada, Galatasaray'ın bunaldığı belli: Top, 8 dakika 4 saniye Arsenal'de ve bunun 5 dakika 22 saniyesi GS alanında. Türk takımı topu 6 dakika 46 saniye ayaklarına alabilmiş ve rakip sahaya ancak 3 dakika 44 saniye taşıyabilmiş.
Maçın Kopenhag'da oluşu, ‘‘Kopenhag kriterlerini de böyle tamamlar, Avrupa'ya gireriz’’ türünden sözler ettirdi Türklere. Bunu ciddi ciddi yazıp söyleyenler oldu.
Oysa, o kadar basit değil.
Her şey bir yana, Avrupa Kopenhag listesine bir de Ege'yle Kıbrıs'ı ekledi. Daha önemlisi, sonuçta tam üyelik kararını AB Konseyi ile Avrupa Parlamentosu verecek, üye devletlerin meclisleri de ayrı ayrı onaylayacak.
Çıkmaz ayın son çarşambasında AB'nin kaç üyeye erişip onların da ne düşünebileceklerini, durun da, geçen gün Strasbourg'da konuşan AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Cohn-Bendit'ten dinleyin: ‘‘Parlamento üyelerinin bir kısmı, benim gibi, içtenlikle Türkiye'nin girmesinden yana. Ama, Kürt azınlık sorununu, Ege'yi, Kıbrıs'ı, asker vesayetini çözmek şart. Üyelerin yarıdan fazlası ise, karşı; ama, açıkça söylemekten utandıkları için bunları bahane ediyorlar. Koşullar yerine gelse de, yine karşı çıkarlar.’’
Popescu'nun penaltısı düşüncelerini değiştirtmiştir, inşallah.
Paylaş