Paylaş
DENİZLİ'nin yüzünde bağışlayıcı bir anlatım. Birazcık alaycı; belki de tatlı bir öç alışın keyfini çıkarıyor.
Ama, memnun, çok memnun. Sonuçtan da, kendinden de.
Biz de memnunuz. Hepimiz, herkes.
İlk bakışta rastlantı gibi gözüken, ama özde iyi takım kurmayı, inançlı oynamayı, doğru yüreklenişi izleyen sonuçtan herkes pay çıkarabiliyor.
Tabii, en başta da, ilk maçları açıkça eleştiren, bilgi ve deneyimlerini dile getirerek hataları gösteren, kamuoyunun müthiş baskısını Denizli'ye yönelten spor yazarları. Teknik direktör onları dinledi de, kötü mü oldu? Sussalardı, tepkilerini içlerine atsalardı, milli takımın başındaki kişiyle ters düşmenin mesleklerini olumsuz etkileyeceğini düşünselerdi daha mı iyi olurdu? Belçikalı kralın adını doğru söylemeyi öğrenemedik ama, eleştiriler sayesinde Belçikalıları kendi statlarında yenmeyi öğrenmiş olduk.
Eleştiriye açıklık, demokrasinin önemli kurallarındandır.
Hatta, özgürlüğün temel kuralı olan eleştiri hakkından da önemli. Serbestçe eleştirmek, her şeyi söyleyebilmek, sözünü sakınmamak, elbet özgürlüğün değerli bir unsurlarıdır. Ama, istediği her şeyi yazıp dile getirmek ve sınırsız konuşabilmek eğer havanda su dövmeye, avara kasnak gibi etkisizleşmeye dönüşmüşse, özgürlüğün ne yararı olur? Boşalmaktan, rahatlamaktan öteye?
Eleştirilere küsüp kızan, eleştireni dışlayan, hatta bütün bunlara karşı içinde kin dikenlerinin bitmesine izin veren kişi, asıl büyük kötülüğü, küsüp kızdıklarına, kin beslediklerine değil, kendine etmiş olacaktır: Eleştirinin aklına akıl, becerisine beceri eklediğini bilemez. Şimdiki Başbakan'ın bu tutumu sürdüre sürdüre nereden nereye geldiği belli değil mi?
Ya, küsüp kızmak, dışlayıp kin beslemek şöyle dursun, eleştirilere gülüp geçenler, aldırış etmeyenler, büyük bir rahatlıkla bildiğini okumaya devam edenler? Dokuzuncu Cumhurbaşkanı'ndan bu kubbede baki kalan bir hoş sedadan başka nedir?
Ortak aklı örgütlemeyi beceremeyen, öbür akıllara açık kalamayan liderliklerle Türkiye'nin nereye kadar gelebildiği meydanda. Başkalarının onlardan yakınmaya hakları vardır; ama onların başkalarından yakınmaya hiç hakları yok; çünkü sorumluluğu kendilerini eleştirenlerle paylaşmamışlardır.
Cumhuriyetin verdiği yeni klasikler arasında, Gogol'un ‘‘Bozkırda’’ adlı öykü derlemesi de var. Ataol Behramoğlu'nun ancak iyi şair kaleminden çıkabilecek ölçüde enfes çevirisinde, bir hırsızlık cinayetine duyarsızca omuz silken adam, serserilik arkadaşıyla şöyle konuşur: ‘‘Ne hissedebilirim? Siz nasıl benim başıma gelen şeyden sorumlu değilseniz, ben de onun başına gelenden sorumlu değilim. Hiç kimse hiçbir şeyden sorumlu değil, çünkü hepimiz aynıyız, hayvanız.’’
At, kurt, arı ve güvercin değil de insan olduğumuza inanıyorsak, her şeyden sorumluyuzdur; o zaman her şeyi düşünmek, her şeyde söz söylemek de hakkımızdır.
Paylaş