Paylaş
ANAYASA hukukunun ilginç yanı, hiçbir zaman bütünüyle tam yazılı olmayışıdır.
Daha doğrusu, olamayışı. Siyasetin hukuku, siyasetin kendisi gibi, durumların hepsini öngörmeye, hepsi için kurallar koymaya elverişli değil.
Son örnek, kanun hükmünde kararname dolayısıyla ortaya çıkan tartışma. 12 Mart sonrası Türk hukuk sistemine giren bu yenilik, ilk bakışta ayrıntılı bir maddeyle düzenlenmiş görünüyorsa da, o düzenlemenin her durumu aydınlatmaya yetmediği şimdi anlaşılıyor. Belli ki, ortaya çıkan bir yığın sorun var. Onların çözümü, herhalde, uygulamaların yazısız kurallarıyla olacak.
Örneğin, KHK'lerin tamamlanış süreci yasalarınkine benzetilebilir mi? Yayımlanmak için devlet başkanının önüne geldiklerinde, yasalarda olduğu gibi, bir kere geri çevrilebilir ve ikinci kez geldiklerinde imzalanıp yayımlanmaları zorunlu mudur?
Cumhurbaşkanı, ilk bekletme süresini yasalar için konan 15 yerine 17 güne çıkarmakla iki süreç arasında fark gördüğünü belirtti. Ama, hükümet ısrarlı.
Her şeyden önce, şu noktayı açıklığa kavuşturmak gerek: Bu kararnameler, ancak süreç tamamlanıp yayımlandıkları zaman ‘‘kanun hükmünde’’dedirler. Daha önceki aşamalar ve koşullar bakımından öbür kararnamelerden farkları yok. Daha doğrusu, istisnalar dışında genellikle yasa konusu alanlara ilişkin olmalarından ötürü içerik bakımından farklı olsalar da, süreçteki aşamalar ve koşullar aynı. Yani, Bakanlar Kurulu'nca çıkarılırken, hem onları mümkün kılan yetki yasasına, hem de Anayasa'ya uygun olmak zorundadırlar. Önüne getirildiklerinde bu bakımlardan aykırılıklar gören devlet başkanının, körü körüne imza atmak ve sonra Anayasa Mahkemesi'ne başvurmak yerine, Bakanlar Kurulu'nu uyarması kadar doğal bir şey olamaz.
Son örnekte, hem Başbakan Ecevit'e, hem de yardımcılarından Hüsamettin Özkan'a bu uyarı yapıldı. Uyarıya karşı ısrar, devletin tepesi ile biraz altı arasında bir çeşit ‘‘bilek güreşi’’ne çağrı çıkarmaktan farklı sayılamaz.
Geçmişte, çeşitli cumhurbaşkanları dönemlerindeki uygulamalar, temel hukuka ilişkin ve kritik olmayan konularda bile böyle bir güreşin her zaman göze alınmadığını gösteriyor. ‘‘Cumhurbaşkanı istemiyor’’ diye yapılmamış atamalar, yürürlüğe konmamış hükümet kararları çoktur. Hatta eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Özden'in dünkü Hürriyet'te Turan Yılmaz'la konuşurken ‘‘Kurumlara saygınlık kazandırmak amacı güden nezaket imzalarıdır’’ dediği imzalar bakımından da. Bu sorunlar genellikle dışarı sızmaz; devlet başkanı ile parlamentonun iradelerini karşı karşıya getiren yasa sürecinden farklı olarak, bu gibi durumlar yürütme bütünlüğü içindeki iki makam arasında ve devlet hukukunun yazılı olmayan kuralları çerçevesinde diyalogla çözümlenir.
Çok daha az kritik konularda bilek güreşlerini göze alamayıp böyle bir sorunda hukuk yolunu gösteren bir cumhurbaşkanıyla çatışmaya girmenin gerisinde 28 Şubat'ın ağırlığına güvenme hesabının yattığı düşünülebilir. Ama, unutmamak gerekir ki 28 Şubat, rastgele bir düzenin laikliğini değil, demokratik hukuk devletine dayalı bir laikliği korumak içindir. Bunca yıllık bocalamadan sonra devletin tepesinde bu bakımdan oluşmuş bir dengeyi bozmak, cumhuriyete yapılabilecek en büyük kötülük olmaz mı?
Paylaş