Paylaş
ANAYASASINA bakılırsa, Türkiye Cumhuriyeti bir ‘‘planlı ekonomi’’ devletidir. Daha önceki 1961 Anayasası gibi şimdiki Anayasa da, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın planlanmasını devlete ödev olarak verir. Sanayiin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesi için ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesi istenir. Bunların verimli kullanılmasını sağlamak amacıyla kurulmuş bir Devlet Planlama Teşkilatı da vardır. Bu anlayışa göre, beşer yıllık planlar, ulusal tasarrufu ve üretimi artıracak, fiyatlarda istikrarı ve dış ödemelerde dengeyi amaçlayacak, yatırımları ve istihdamı geliştirici önlemleri öngörecektir.
Türkiye yedinci beş yıllık planı bitirip sekizincisine başlamak üzere. Bu planın hazırlanması için kurulan 98 uzmanlık komisyonuna özel ve kamusal kesimler ile üniversitelerden 2.400 kişi çağırılmış.
Meclis muhabiri Nuray Babacan'ın bildirdiğine göre, yedinci plan hedeflerinin yerine getirilmesi, tam 1.018 yasal düzenlemeyi gerektiriyormuş. Ama, ilk dört yıl boyunca bunların yalnızca 49'u gerçekleşmiş. Beşinci yıl sonunda, bu sayının pek fazla artmayacağı da belli.
Oysa, Türkiye'de baştan beri yerleştirilmek istenen yönteme göre, beş yıllık planlarca öngörülen gelişme sürecinin yıllık programlarla gözden geçirilmesi ve sürekli yenilenen on beş yıllık pespektifler ışığında beş yıllık planların da her yıl yeniden ayarlanması gerekir. Örneğin, 1998 yılı için 279 yasal düzenleme öngörülmüş ve bunlardan yalnız 14'ü gerçekleşmişse, daha sonraki yıl açısından bunun düzeltici bir uyarı sayılması beklenirdi. Oysa, 1999 için 240 düzenleme öngörülmüş ve yine ancak 14'ü başarılmış.
Niçin böyle oluyor?
Sadece Devlet Planlama Teşkilatı'nın kendi anlatımıyla ‘‘Türkiye ekonomisi esas itibarıyla dışa açık, rekabetçi piyasa mekanizmasına dayandığından, kalkınma planlarının ekonomik ve sosyal hayatı ayrıntılı biçimde belirlemesini beklemek yanlış’’ olduğu için mi?
Bunu uzun zamandır herkes biliyor ve söylüyor.
Ama, rakamlara bağlı kalma biçiminde olmasa da, hiç olmazsa ‘‘stratejik’’ anlamda bir planlamaya bile uyulamamış olması, herkesçe çok daha açıkça bilinmesi ve düşünülmesi gereken bir başka nedenden kaynaklanmakta: Planlama kavramının ciddiye alınmayışı. Belki bir ölçüde MHP dışında, Meclis içindeki ve dışındaki partilerden hiçbiri planlamaya inanmıyor, planların arkasında durmuyor, planlara aldırış edilmediği zaman kıyamet koparmıyor.
Öyleyse niçin yapılıyor planlar?
Anayasa emrettiği için mi? Kendimizi aldatma veya göz boyama amacıyla mı?
Yoksa, planlar gerisinde sürüp giden içteki büyük soygunu ve dış reçeteler karşısındaki teslimiyetçiliği perdelemek için mi?
Plan aldatmacasına ne gerek vardı? Plansızlığın doğurduğu keşmekeş yeterince koyu bir sis perdesi yaratmamış mıdır?
Paylaş