Paylaş
BU ülkedeki medyanın yavaş yavaş kesinleşen, belirgin çizgilerle birbirinden ayrılan bir kamplaşmaya doğru sürüklendiğini fark ediyor musunuz?
Basınıyla ve televizyonlarıyla.
Cephelerin neferlerini neredeyse isim isim sayabilirsiniz.
Buna yol açan, medyaya hükmedenlerin belki başlangıçta şu doğru düşünceyle yola çıkmış olmaları olsa gerek: ‘‘Ülkede şöyle düşünenler de var, böyle düşünenler de; tiraj ve reyting almak istiyorsak, sayfalarımızı ve ekranlarımızı farklı düşüncelerin sahiplerine açmalıyız.’’
Ama, zamanla oluşan şudur: Farklı düşüncelerin sahipleri, gerçeği ve doğruyu aramak yerine, temsilcisi sayıldıkları kampı her defasında sonuna kadar savunma gereğini duyup neferleşmekte, bağımsız düşünce üretme yolundaki asıl görevlerini unutmaktalar. Artık her konuda kimin ne yazıp ne söyleyeceğini az çok kestirebilirsiniz.
Bu tutumun asıl tehlikesi, neferleşme yüzünden zaman zaman kendi halkının çıkarlarına da ters düşen durumlara sürüklenmek ve sanki dışarılardan birilerinin neferiymiş gibi davranıyor gözükmektir.
* * *
Örneğin, son zamanlarda ‘‘Kopenhag kriterleri’’nden yana olup olmama cepheleşmesi çıktı. Oysa, bunlar yuvarlak ve genel sözcüklerle ifade edilen, her ülke için ne anlama geldiği karşılıklı müzakerelerle belirlenmesi gereken ölçütler. Ayrı ayrı ele alınmaları, Türkiye açısından ne anlama geldiklerinin ve masaya neleri nasıl koymak gerektiğinin tartışılması gerekir.
Avrupa Birliği'ne tam üye olmayı isteseniz de böyle, istemeseniz de.
Ama, öyle olmuyor. Tartışılmaya başlandığı anda, tam üyeliğin yandaşları, hem de derinliğine düşünüp taşınmadan ‘‘çağdaşlık ve demokratlık bunu gerektiriyor galiba’’ diyerek o tutuma gelmiş olanlar, konuyu açmak isteyenlerin üstüne koro halinde çullanmakta ve tartışma güme gitmekte.
Üstelik, bu tutum ölçütleri kendilerine göre yorumlayarak Türkiye'ye öylece kabul ettirme peşinde olan dıştakilerin ekmeğine yağ sürüyor. O noktada, içteki ‘‘kriterciler’’ artık dışın neferi durumuna girmiş oluyorlar.
* * *
Kıbrıs, Ege, Güneydoğu sorunlarına ya da Genelkurmay Başkanlığı'yla Milli Güvenlik Kurulu'nun konumlarına ilişkin olarak da aynı şey: Öyle bir tablo ortaya çıkıyor ki, dıştan istenenlere içte karşı çıkmanın ve yanlışlığı ortaya koymanın adı hemen tutuculuk, oyunbozanlık, çağdışılık, dinozorluk oluveriyor. Neredeyse, ‘‘Durun bakalım, acaba Türk halkının çıkarları, mutluluğu, geleceği bakımından öylesi mi doğru, böylesi mi?’’ demeyi ayıp ve günah sayarcasına.
Kendi insanından yana olmanın, ulusseverliğin ve hatta hakseverliğin bazı gözlere kusur olarak gözükmeye başlaması gerçekten düşündürücü bir sonuçtur.
Çünkü, sonuç bu olunca, kimimizin zihninde de ister istemez Mütareke günlerinin ulus adına utanç verici anıları canlanır.
Medyaya hükmedenler, başlangıçta tiraj ve reyting konusunda o doğru hesabı yaparken böyle bir çarpık tablo yaratmak istemiş olamazlar.
Paylaş