SON Niyet Mektubu'nun programı da, daha öncekiler gibi, üretim ayağı eksik bir kurtuluş reçetesidir.
Ağırlık, kamusal ve özel kesimleri birlikte seferber edici yaklaşımlarla üretimi artırmak yerine, sözde ‘‘yapısal’’ sayılan yasa değişikliklerine verildi. ‘‘Şu tarihe kadar çıkmazsa para yok!’’ denen ‘‘reform’’lara bakın: Hiçbirinin üretimi kısa sürede artırıcı, Türkiye'yi yeniden üretim toplumu olmaya götürücü, coşturucu bir yanı var mı?
Program, dalgalı kura geçmekle, bir bakıma turizmi ve dışsatımı teşvik etmiş görünüyor ama, yaz sonunda turistlerin çoğu gidecek ve üretimde sıçrama yapmadan dışa ne satacaksınız? Derviş'i ve Maliye Bakanı'nı sevindiren son olay, yani cari işlemler açığının kapatılması henüz bir üretim patlamasına dayalı değil. Kredi yine pahalı, yatırım girişimciliği yine yok, işsizlik yine dizboyu.
Oysa, küçük bir çabayla hemen seferber edilebilecek öyle bir üretim alanı var ki, yabancılara peşkeş çekilmek niyetiyle değil, yerli üretimi teşvik edip değerlendirmek amacıyla hemen ona el atılsa Türkiye dışta para dilenmekten kısa zamanda kurtarılabilir: madencilik ve metalürji.
Bu ülkenin petrolü yok; ama, son derece değerli bir maden zenginliği var. Maden varlığı, özel kesim madencilerinin kuruluşu olan ‘‘Yurt Madenciliğini Geliştirme Vakfı’’na göre 3 trilyon 430 milyar dolar, MTA'nın ihtiyatlı verilerine göre de en az 2 trilyon 900 milyar dolar düzeyinde.
Evet, Türk Lirası'yla değil, dolarla trilyonlar ve yüzlerce milyarlar.
Birkaç milyar dolar borç için neredeyse ciğerini satmaya hazır bir ülkenin bu zenginliği yeterince değerlendirememiş olması affedilecek kusur değildir.
Hele bu zenginliğin içinde, işlenmeye hazır rezerv miktarı bakımından dünya birincisi olduğumuz bor tuzları ve dünya ikincisi sayıldığımız trona gibi madenlerin bulunduğunu, bakır, çinko, krom, hatta uranyum gibi değerli madenlerde de hatırı sayılır rezervlerin söz konusu olduğunu düşünürseniz.
Gün, bu alanda ‘‘özel kesim mi, kamu işletmeciliği mi?’’ tartışmasıyla vakit kaybetme günü değildir. Örneğin, şimdiki durumda işletme hakkının devredilmesinden vazgeçilmiş bor tuzlarında bile, kamu kuruluşu Etibor A.Ş.'nin çıkardığı ham cevherin işlenip değerlendirilmesi bakımından özel kesimin yapabileceği o kadar çok şey var ki. Türkiye, yıllardır ham bor cevherinin büyük bölümünü tonu ortalama 140-250 dolardan dışa satıp duruyor. Başkalarının işlemesine bırakmak yerine burada rafine edilip 400 dolardan, hele uç ürüne dönüştürülüp 2.000-5.000 dolardan satmak için yerli metalürji sanayii şu sırada hızlı kredilerle teşvik edilse fena mı olurdu?
Oysa, madencilik alanındaki kamu işletmeciliği özelleştirme tutkusunun ‘‘kapsama alma’’ belasına kurban edilip ufuksuz, yatırımsız ve coşkusuz duruma düşürüldüğü gibi, metalürji alanındaki özel kesim de korumasız ve teşviksiz bırakıldı. Artık bu alanda bir sektör bankası da yok. Etibank böyle bir görevi de üstlenmek üzere yaşatılacak yerde, satıldı ve adı rezil edildi.
‘‘Üretim’’den söz bile etmeyen yabancı kurtuluş reçetelerine mahkûm edilmiş bir Türkiye'ye asıl kurtuluşun kendi topraklarının altında yattığını unutturmaya çalışmak, büyük hınzırlık ve hainlik değil midir?