Lozan saygınlığı

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Konferans'ın en küstah adamı, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Musul'un Mütareke hattı dışında kaldığını, dolayısıyla geri verilmesi gerektiğini savunan Türk heyetinin bu isteğine karşı şöyle konuşmuştu: ‘‘Britanya ordularının Mezopotamya'yı silah gücüyle fethettiğini ve Britanya hükümetinin o toprakları dört yıl süreyle yönettiğini kimse inkâr edemez. Durum böyleyken, Türk delegasyonu bizim fethedip yönettiğimiz bu bölgenin kendilerine iade edilmesini ciddi ciddi savunmaya kalkıştı; çünkü 1920 Şubatı'nda İstanbul'daki Meclis bu konuda Misak-ı Milli dedikleri bir karar almış ve Ankara'daki Büyük Millet Meclis'i de bunu onaylamışmış. Şunu söylemeliyim ki, bir savaşta zafer kazanmış hiçbir millet veya hükümet asla böyle bir iddiayla karşılaşmamıştır; Türk hükümeti, uzun tarihi boyunca buna benzer bir iddiayla karşı karşıya kalsaydı, herhalde alaya almadan edemezdi.’’

O zamanki dünyanın en güçlü devletine mensup olmanın, kendisine hem ‘‘fetih’’ten söz etme, hem dört yıllık yönetimle işgalin meşruluk kazandırdığını savunma, hem de ‘‘Misak-ı Milli dedikleri’’ ve ‘‘uzun tarihi boyunca...’’ gibi alaycı deyimlerle Ankara'daki genç devleti küçümseme hakkını verdiğini düşünüyordu. Ama, sonuçta, bükemediği eli saygıyla sıkan da o oldu.

Mustafa Kemal'in, imza günü, yani 24 Temmuz 1923'te ‘‘Türk milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanan ve Sevr ile tamamlanmış sanılan büyük bir suikastı boşa çıkarışın belgesidir’’ dediği Lozan, işte bu koşullarda kazanılmış bir saygınlık zaferidir. Bunun 75. yıldönümünü, imzalandığı yerde ve aynı günde kutlamak Türkiye Cumhuriyeti'nin hakkıydı. Olmadı.

Ama, o tören için İsviçre makamlarıyla yaşanan gerilimin sonrasında öğreniyoruz ki, Türk diplomasisi, bu çekişmeden çok önce, kutlamanın 24 Temmuz'da değil, 24 Haziran'da yapılmasına razı olmuş. Neden? Çünkü, ‘‘Temmuz'da Lozan'da kimse olmaz, herkes tatildedir’’ denmiş.

Kimler demiş? Aynı tarihte ve aynı kentte ‘‘Lozan'dan Sevr'e’’ konulu bir toplantı için Kürt kuruluşlarına izin verenler!

Tabii, boş bırakılan meydanı başkaları doldurur. Ama Türkiye, ‘‘Biz törenimizi o gün yaparız; gelen gelir, gelmeyen gelmez!’’ diyerek utanmayı İsviçreliler'e bırakamaz mıydı? Temmuz sıcağında Ankara'da yapılan milli gün veya benzeri kutlama törenlerine Türk devlet ricali koşa koşa gitmiyor mu?

Bunlar öyle incelikler ki, özensiz davranıldı mı, Lozan'da büyük güçlükle kazanılan saygınlık çabucak yok olur gider.

Büyükelçiliklerini yeni başkente taşımak istemeyen devletlerin temsilcileriyle ancak Ankara'da görüşmek ve bu konudaki direnişi bedava arsa vererek kırmak, genç devletin saygınlığını koruma ve utanmayı başkalarına bırakma amacıyla bulunmuş çarelerdi. Buna karşılık, ‘‘Türkiye’’ devleti, kendisine el uzatanlarla saygılı dostluk ilişkisi kurmak için ‘‘cumhuriyet’’ olmayı bile beklememişti. O kadar ki, İsmet Paşa ile Polonya'nın Bern elçisi Jan Modzelewski arasındaki Dostluk Antlaşması, barış antlaşmasından da bir gün önce ve yine aynı yerde imzalanmıştır! Dün onun da 75. yıldönümüydü.

Saygınlığa oturtulan dostluklar kolay aşınmıyor: Unutmayalım ki, bir süre önce Ankara'daki bulvar genişlemesi için öbür misyonlar bir santim bile yer vermezken, Polonya Büyükelçiliği, kendi bahçesini cömertçe küçülterek Kuğulu Park'ın kurulmasına katkıda bulundu!













Yazarın Tüm Yazıları