Paylaş
ÖZAL döneminde dıştan muz alımına karar verildiği zaman, gerekçe ne kadar şık ve göğüs kabartıcıydı: Dünya nimetlerinden yararlamak, çağdaşlaşan Türkiye'nin de hakkıydı; Anamur muzu, zenginleşen halkın tüketimine yetmiyordu; madem paramız vardı, biz de Çikita yiyecektik.
Anamur muzunu koruyup geliştirmek ve yerel tüketime yetecek duruma getirmek varken, tatsız Çikita arsızlığı ülkedeki muzculuğun kökünü kurutmuş, üretici bütün ağaçlarını sökmüştür. Türkiye, artık, muz da üretmeyen bir ülke.
Şimdi, hayali ihracat soruşturmaları vesilesiyle, Çikita ithalatındaki oyun da ortaya çıktı: Meğer, yediğimiz Orta Amerika muzu Türkiye'ye, sınır ticareti maskesi altında, ‘‘Suriye muzu’’ diye giriyormuş.
‘‘İnsaf!’’ demez misiniz? Gemilerle gelip göz göre göre kutu kutu boşaltılan Amerikan muzları, Anamur'la aşağı yukarı aynı iklimin ürünü olması gereken Suriye muzu olup da nasıl sınır ticareti metaı sayılabilir ki? Sayılmış, çünkü sayılmasa yüzde 120 gümrük vergisi ve ayrıca da KDV ödenecek; oysa çok düşük bir vergi oranıyla kurtulmuş. Bu yolla birkaç yılda giren muz miktarı 300-400 bin ton tahmin ediliyor. Vergi kaybını da siz hesap edin.
Sınır alışverişinin büyük ticarete dönüşmeyip yerel gereksinmeler ölçüsünde kalması gerekirken bu boyutlara varmasındaki tuhaflık ayrıca ilginç.
Ama, Türkiye'de her şey olabilir. Olağandışı her şeyin olması da olağandır.
Devlet İstatistik Enstitüsü'nün son yayınladığı dış ticaret bilançosu zaten düşündürücü, hatta ürkütücüydü: Mart ayının geçici verilerine göre, 2 milyar 200 milyon dolarlık dışsatıma karşılık, tam 4 milyar 151 milyon dolarlık dışalım yapılmış. Dış ticaret açığı, geçen yılın aynı ayına göre yüzde 202 artmış. Sermaye malları dışalımındaki artış sadece yüzde 21.9 iken ara mallarda yüzde 43.8, tüketim mallarında ise yüzde 27.
Şimdi bir de, gümrük oyunları dolayısıyla dışalım rakamlarının olduğundan daha düşük gösterildiğini, dışsatıştaki rakamlardan bir kısmının da hayali, yani gerçek dışsatıma karşılık değil de şişirme olduğunu düşünürseniz, asıl dış ticaret açığının korkunçluğu büsbütün ortaya çıkar.
Ama, ne gam: Türkiye, karar organlarında yer almadan Avrupa'yla Gümrük Birliği'ne girmiş ve böylece hayali tam üyelik yolunda büyük adım atmıştır. Bugünlerde de, Cem'i her gördüğünde ‘‘Ben sizi çok sevmek var’’ diyen tatlı dilli Solana'ya kanarak yine karar organlarında yer almadığı bir Avrupa Güvenlik ve Savunma örgütlenişine gerekirse asker vermeye hazırlanmaktadır. Tabii, aynı Türkiye'nin UEFA Kupası'nı kazandığı ve Avrupa'ya teknik direktör dışsatımına başladığını da unutmamak gerekir. ‘‘Artık Avrupalı olduk; işte biz böyle gireriz Avrupa'ya!’’ diyen ve ciddi ciddi yazanlar bile var.
Futbolda kazanmanın ve Avrupa'ya antrenör yollamanın Latin Amerika ülkelerini, ekonomik, sosyal, siyasal durumlara ve dış politikaya ilişkin bütün mecazi anlamlarıyla, birer Latin Amerika ülkesi olmaktan kurtarmadığını unutarak.
Paylaş