Mümtaz Soysal: Kriterler neyin nesi?

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

SANKİ Kudüs, Mekke yahut Vatikan, o Kopenhag denen kent; oranın adını taşıyan kriterler demeti de, sanki peygamberlerce, gökten inme vahiylerle yazılmış bir metin. Öylesine bir hava estirilmekte. Tam bir düşünce terörü.

Oysa, Avrupa Birliği'nin Haziran 1993 Kopenhag zirvesinde, özellikle aday olmaya heveslenen Doğu ve Orta Avrupa ülkeleri için ‘‘ölçüt’’ olarak sözü edilip Aralık 1995 Madrid zirvesinde onaylanan birtakım ilkeler söz konusudur.

Yalnızca birer ilke demeti: yani, içeriği doldurulmamış, tartışmaya açık, yorumu bakış açısına, yere ve zamana göre sürekli değişen, değiştirilen, tamamlanmaya, geliştirilmeye muhtaç soyut tümceler.

Neler?

Birinci demet, siyasal niteliktedir: Demokrasiyi güvence altına alan istikrarlı bir kurumsal yapı, hukukun üstünlüğü ve azınlık haklarına saygı.

İkinci kriter demeti, ekonomik: İyi işleyen bir pazar ekonomisi, AB içindeki piyasa mekanizmalarının rekabetine dayanabilme gücü.

Üçüncüsü, her topluluğa girişte istenen ve ilk bakışta pek akla yakın gözüken bir koşul: AB'nin ‘‘müktesebat’’ını, yani şimdiye kadar çeşitli kararlar ve kurallarla oluşturulmuş ‘‘kazanım’’ı benimseme.

Son zamanlarda, bir de dördüncü koşuldan söz edilmeye başlandı; ama, pek kesinkes ortaya konmadan, arada sırada resmi ağızlardan çıkmakla birlikte ürkütücülüğünden ötürü adayların yüzüne açıkça çarpılmadan gevelenen bir koşul. Örneğin, İstanbul Barosu'nun İnsan Hakları Merkezi'nce geçen hafta sonu düzenlenen iki günlük toplantıda AB'nin Türkiye Temsilcisi söyledi: Her yeni üyenin AB'yi zayıflatmaması, kaldırılamıyacak kadar ağır bir yük oluşturmaması, kolayca sindirilmeden lök gibi mideye oturmaması.

Bu son noktanın bütün ülkeler için taşıdığı olumsuz anlam ve Türkiye için Ege'yle Kıbrıs'a ilişkin ek koşullar bir yana, Kopenhag'da sayılan ölçütlerin her biri de aylarca tartışılıp bir yığın sorunun konusu olabilir.

Örneğin, din, mezhep ya da etnik farklılık temellerine dayalı siyasal partilerin kurulması da mı demokratik kurumsal yapının oluşturulmasına girer?

İnsan haklarının sağlam temellere oturtulması için ekonomik ve sosyal koşulların düzeltilmesi gerektiğine göre, pazar ekonomisinin kör koşullarına teslim olmak yerine stratejik planlamaya dayalı bir ekonomik gelişme politikası izlemek AB'ye ters düşmek anlamına mı gelecektir?

Hepsinden önemlisi, AB kazanımını kabullenmek uğruna, Avrupa Komisyonu denen yarı siyasal, yarı bürokratik nitelikteki bir organın zırt pırt değiştirdiği ‘‘direktif’’leri bile ulusal anayasanın üstünde kurallar olarak gözü kapalı benimsemek, sizin midenize lök gibi oturacağı anlaşılan bir Türkiye'nin de midesine bu kez hukuk bakımından lök gibi oturmaz mı?

Asıl soru kendimizedir: Şöyle bir durup bütün bunları yanlışlarıyla birlikte tartışmak varken, Avrupa aşkıyla yanıp tutuşarak başını kuzu kuzu kasap satırına uzatmakta acele etmek enayilik değildir de nedir?

Yazarın Tüm Yazıları