Paylaş
Güvenlik Konseyi'nin Kıbrıs Barış Gücü'ne ilişkin süre uzatma kararını alırken takındığı tutum, takınılabileceklerin en olumsuzu ve en kısırıdır.
Türk tarafının kalıcı çözüme varmak için ileri sürdüğü koşullara aldırış etmeyen, ne istenmişse aksini isteyen, hem de küstahça isteyen bir karar.
Üstelik, yıllardır söylenmişlerin hepsini büyük bir inatla, gerçekçi olup olmadıklarına, sonuç verip vermediklerine bakmaksızın aynen tekrarlayan.
Yabancı askerler adadan çekilmeliymiş. Kastettiklerinin, adadaki Türk askeri varlığı olduğunu bile bile.
Toplumları yakınlaştırıcı temaslara izin verilmeliymiş. Kastettiklerinin, ‘‘Anlaşmazlık çözme kulüpleri’’ örneğiyle de görüldüğü gibi, Kuzey'deki toplumu içten çökertmeye yönelik sinsice planlar olduğunu bile bile.
Toplumlararası görüşmeler yeniden başlamalıymış. Kastettiklerinin, Türk tarafınca ‘‘Biri cemaat, öbürü devlet sayılan iki tarafın temasından ciddi sonuç çıkmaz’’ dediği havanda su dövme görüşmeleri olduğunu bile bile.
Oslo'da Kıbrıs'la ilgili özel bir toplantıya katılan Sabah yazarı Hasan Cemal, Avrupa Birliği'nin tam üyeliğe ilişkin vahim hatasından sonra Rum ve Yunan tarafının iyice şımardığını, S-300'lerin gerilimi daha da artırdığını ve hele son Güvenlik Konseyi kararıyla onların değirmenine su taşınmış olduğunu belirtip şöyle diyor: ‘‘Sürekli Türk tarafını hedef alan kol bükme taktikleriyle Kıbrıs'taki kısır döngü kırılamaz. Kırılabilseydi, 1970'lerde Türkiye'ye uygulanan Amerikan silah ambargosuyla, gizli ekonomik ambargoyla kırılırdı.’’
Kol bükme, İngilizce'nin ilginç deyimlerinden biridir.
Bizim ‘‘bilek güreşi’’nden farklı, bir çeşit işkence deyimi: Karşıdakinin kolunu acıta acıta büküp onu bazı şeylere razı edeceksiniz.
1974'ten beri Türkiye'ye ve Kıbrıs Türklüğüne yapılan budur.
Ambargolar, yasaklar, ‘‘Ödün vermezseniz, Avrupa'dan Birleşmiş Milletler'e kadar hiçbir yerde başarılı olamazsınız!’’ tehditleri...
Son Güvenlik Konseyi kararının, özellikle İngiltere'nin Avrupa Birliği dönem başkanlığı boyunca uygulanan kol bükme taktiğindeki başarısızlıktan kaynaklandığını görmemek mümkün mü? Türkiye'yi adaylıktan dışlama hakaretine uğratıp arkasından ‘‘Kıbrıs'ta ödün verirseniz, kapıyı açarız!’’ taktiği boşa çıkınca, Hannay'den Holbrooke'a kadarki bütün tayfa böyle bir karar çıkartarak hınç almaktan ve bükmekte oldukları kolu biraz daha bükmekten başka çare bulamamışa benziyor.
Bu kaba taktik karşısında gerilenir mi?
Daha doğrusu, kol bükenler büktüklerinin bükülmeyeceğini bilmezler mi?
O halde?
Bunu bile bile, zaman zaman aynı taktiğe başvuruşlarının bir tek açıklaması olabilir: Demek ki, devletin birtakım köşelerinden, kolun bükülebileceğine ilişkin başka başkentlere böyle mesaj verenler, bu izlenimi uyandırıp kendi yerlerini ve gözdeliklerini sürdürmek isteyenler vardır.
Ama, bilmelidirler ki, kendi bükülgenlikleri koskoca bir ulusun bükülgenliği değildir.
Paylaş