Paylaş
Dünkü Milliyet'te yan yana üç resim. Moskova caddelerinde çekilmiş.
İkisinde, omuzlarındaki iplerle önlerine ve sırtlarına sarkıtılmış reklam levhalarını gezdiren bir delikanlıyla yaşlı bir kadın.
Üçüncüsünde ise, kafasına köpek maskesi geçirip pençeye benzer eldivenleriyle mağaza önünde kol sallayarak müşteri çağıran biri.
Resimlerin açıklaması: ‘‘Geçim zorluğu çeken Ruslar, ancak ekmek, yumurta ve süt almaya yetecek bir ücret karşılığında reklam panosu işlevi görüyor.’’
Pek seyrek de olsa İstiklal Caddesi'nde ya da Batı'nın bazı kentlerinde görüldüğü zaman bile yürek burkan bu manzaralar, herhalde en çok önceki rejimi yaşamış olan ve böyle bir şeyi belki de ilk kez gören Rusları kahrediyordur.
Komünistlerin son seçimden en çok oy alarak çıkmış olmaları, belki de böyle görüntülerin sonucudur.
Bugünkü rüşvet, mafyalaşma ve fuhuş furyalarının eski rejimdeki son dönemlerde de yaşandığı, hatta bir ölçüde her dönemde var olduğu doğrudur.
O rejimin kuruluş yıllarında ve Büyük Savaş boyunca inanılmaz yoksulluklara tanık olunduğu da doğru...
Yahut, baskı dönemlerinde zaman zaman insanlık onuruyla insafsızca oynandığı.
Ama, geçmişteki manzaraların hiçbiri, Moskova caddelerinin bu görüntüleri kadar düşündürücü ve yürek burkucu olamazdı. Ekonominin ve toplumun yapısını değiştirerek insan doğasını değiştirmeyi amaçlamış bir rejimin çöküşünden sonra, bireyleri hemen bunca aşağılayan bir başka yaşama biçiminin gelebilmiş olması acıdır. Bir başarısızlık bir başka başarısızlığı getirmemeliydi.
İnsanlar gibi, ülkelerin ve sistemlerin de yaşananlardan ders almış olması gerekmez mi? Geçmişten bugüne taşınabilecek hiç mi sağlam değer, başarılamayanı yine aynı değerlere bağlı kalarak başarmaya yarayacak hiç mi yakın formül yoktur? İlle de başkalarının modellerine sıçramak mı gerekir?
Kısacası, insanlar dönüp dolaşıp geçen yüzyılın aşağılayıcı kapitalizmine, Dickens ve Zola romanlarıyla anlatılan acıklı sahnelere dönmeye mecbur mudur?
İster silahlanma yarışına dayanamayıştan, ister son yöneticilerin beceriksizliğinden batmış görünsün, Sovyetler Birliği'nin çöküşüne yol açan bir temel etkenin mutlaka iyi anlaşılması gerekiyor. Görünürdeki başarısızlıkları da açıklayan bu etken, ‘‘demokratik merkezcilik’’le birlikte Leninizm'in temel ilkesi olan ‘‘özeleştiri’’nin sürekli ve doğru biçimde uygulanmamış olmasıdır. Öyle bir eleştiri disiplini olmalıydı ki bu, kendine karşı başkalarının olabileceğinden daha insafsız olabilsin, tutarsızlık, verimsizlik, savsaklayıcılık ve yiyicilik gibi kusurları asla affetmesin.
Bu başarısızlığın ülkeyi bir başka kutba, çok partili Batı demokrasisi modeline getirmesi tarihin kaçınılmaz bir sonucu sayılabilir. Ama, bu noktada da, herkes için geçerli bir doğru olarak, bazı çelişkilerin yine katlanılmaz olduğunu ve eninde sonunda her rejimi çürüteceğini kabul etmek gerekmez mi?
Paylaş