Mümtaz Soysal: İyimserlik çabası

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

AVRUPA konusunda bir iyimserlik rüzgarıdır esiyor yine. Norveç'te gezen Başbakan, ‘‘Birkaç yıl içinde AB'ye üye olmak için gereken kriterleri yakalarız’’ demiş. Kamu mallarını satma işinden sonra AB'ye girme işini de yüklenen Devlet Bakanı Yalova, ‘‘müktesebata uyum’’ işinin en geç bir-iki yıl içinde bitirileceğini söylemekte. O, Başbakan'dan da iyimser; çünkü, Avrupa'nın Türkiye'yi üye yaparak yeni bir stratejik açılım sağlamış olacağını düşünüyor.

DSP ve ANAP kanatları durup dururken Avrupa konusunda bu iyimserlik havasını niçin yayıyorlar? Yanıt, Başbakan'ın ‘‘kriterleri yakalarız’’ derken tümcenin başına eklediği ‘‘Hükümet birkaç yıl daha devam ederse’’ sözünde saklı.

Enflasyon ve daha birçok konu gibi, AB kriterlerini ‘‘birkaç yıl içinde’’ yakalama konusu da şimdiki hükümetin devamına bağlanmıştır.

Ne var ki, bu hava AB içinde estirilen yeni rüzgárlara pek uymuyor. Orada son haftalar boyunca ileri sürülen bazı düşünceler, yalnız Türkiye değil, başka aday ülkeler için de hayli düşündürücüdür. Daha doğrusu, tam üyelikten ne anlamak gerektiğini yeniden düşünmek gerekiyor.

Alman Dışişleri Bakanı'nın ‘‘Avrupa Federasyonu’’ndan söz etmesi, eskiden beri var olan bir niyeti yeniden gündeme getirdi: ‘‘Gerçek Avrupalılar’’ca oluşturulacak ve ‘‘federatif’’ sistemle bütünleşecek bir ‘‘katı çekirdek’’ çevresinde, iç içe girmiş birkaç daireli bir yapılanma. Hatta, belki, ‘‘birkaç vitesli’’.

Böyle bir Avrupa'ya girmenin anlamı ve önemi, trenin kaçıncı mevki vagonuna kabul edildiğinize bağlı. Aday devletlerle üyelik görüşmeleri sürerken bu düşünce de ilerleyecek ve günü geldiğinde hangi mevki vagona binileceği düşüncenin vardığı aşamaya göre belirlenecektir.

Böyle bir gelişmenin Türkiye için ne demek olduğunu anlatmaya gerek var mı?

Belirsizlikler bununla kalmıyor.

Her şeyden önce ‘‘Kopenhag kriterlerini yakalama’’nın anlamı tam olarak biliniyor mu? İnsan hakları, demokrasi, serbest pazar ekonomisi gibi kavramlar ve hele ‘‘azınlıkların korunması’’ gibi bir ilke, sıra Türkiye'ye geldiği zaman nesnel biçimde yorumlanacak mı!? Yoksa, ekonomik ölçütlere uyulsa bile, bu kavram ve ilkeler kültür, tarih ve din nedenlerine bağlı bir isteksizliğin bahaneleri olarak mı kullanılacak? Türkiye Helsinki kararıyla Kıbrıs ve Ege konularında istenenleri de yerine getirmeyi göze alabilecek mi?

Öte yandan, Almanya ile Fransa'nın bir yıllık gizli çalışmadan sonra ortaya attıkları yeni düşünceler çerçevesinde Güvenlik ve Savunma Kimliği bakımından sergilenen katı tutum, Avrupa üzerindeki Amerikan baskısının da sanıldığı kadar etkili olamadığını gösteriyor. Türkiye, NATO'yla birlikte yapılacak operasyonlar bakımından elinde tuttuğu veto kartına dayanarak yeterli sonuç alamazsa, aradaki soğukluğun daha da artacağı bellidir.

Bunlar ortadayken, AB konusunda iyimserlik estirmenin, şu sırada hükümeti ne pahasına olursa olsun devam ettirme çabasından başka bir anlamı var mı?

Yazarın Tüm Yazıları