Paylaş
Eğer Susurluk'la gözler önüne serilen tablo, yalnız daha öncekilerle kalmayıp o tarihten beri ortaya çıkan başka acayiplikler daha da ‘‘zenginleşmişse’’, eğer kıyılardan, limanlardan, iskelelerden yüzlerce kaçkın yükleyen gemiler denetimsiz-gözetimsiz karasularını geçip İtalya kıyılarına kadar gidebilmişse, eğer yolsuzluklar zinciri yönetim çevrelerini falan aşıp parlamentoya kadar uzanmışsa, TEM cinayetinin sanıkları arasında devletin gelmiş geçmiş ve işbaşındaki güvenlik görevlilerin de adları sayılmaya başlanmışsa, Türkiye Cumhuriyeti'ndeki çürüme Hamlet'in Danimarka Krallığı'nı fersah fersah geride bırakmış demektir.
Aslında, yayılan çöküntü duygusu, bu tablonun kendisinden çok, sahnedeki siyasal güçlerin tablo karşısındaki çaresizliğinden kaynaklanmaktadır.
Sahnede denenmemiş siyasal parti kalmadı.
Kimi, zaten savundukları ekonomik ve sosyal düşünceler dolayısıyla bu çeşit tabloları doğuran toplum düzeninin savunucuları arasındadır; başkalarının da gücü ve ağırlığı, içinde bulundukları koalisyonlarda her şeye egemen olmaya ya da herşeyi istedikleri gibi yönlendirmeye yetmiyor.
Nedenler ve gerekçeler ne olursa olsun, bu görüntü halk yığınlarındaki yaygın şaşkınlık ve yönsüzlük duygusunu artırmaktadır.
Kamuoyunu yönlendirmekle görevli olması gereken medya ise, televizyonlarıyla ve basınıyla, olayların peşinde koşmaktan, tabloları sergilemekten ve dolayısıyla şaşkınlık, umutsuzluk, yönsüzlük yangınına körükle gitmekten öteye bir şey yapamıyor.
Sivil toplum örgütleri denen gönüllü kamu kuruluşları yeterince güçlü değil.
Ordu, hem en korkulu durumlar için zihinlerin bir köşesinde son güvence olarak saklı tutulan, hem de rejimin adına ilişkin olarak, müdahalesinden çekinilen bir güç.
Başka örgütlü güçler?
İlk ağızda akla gelen, sendikalardır.
Evet, şimdiye kadar kimi sendikalar ve sendika liderleri için zaman zaman söylenmiş olanlar, yapılan eleştiriler, ileri sürülen kusurlar hep bilinmekte. Ama bunlar örgütlü işçi gücünü yok saymak, onsuz iş görmek, tabloların tam bir çöküntüye dönüşmemesi bakımından onu hiç hesaba katmamak için yeterli mi?
Ne var ki, bu sistem, kendisini düzeltecek, yanlış gidişlere karşı denge oluşturacak ve gerektiğinde demokratik düzenin yıkılışına engel olabilecek örgütlü bir işçi gücünün oluşmasını pek istemedi.
Tam tersine, beliren gücü zayıflatmak için her şey yapıldı.
Geçmişteki ara rejimlerin hataları ve günahları bir yana, son girilen demokratik dönemde atılan birçok adımın gerisinde de bu niyet saklı değil mi?
Özelleştirme, bütün uygulamalarda, neredeyse hiç istisnasız, hep taşeronlaştırma ve sendikasızlaştırma sonucunu vermedi mi?
‘‘Eşel mobil’’ denen ‘‘değişken skala’’ yöntemi bile, işçiyi enflasyona ezdirmemek amacını güder görünürken, ay sonlarını bekleyen yükselişleriyle işçileri toptan trilyonlarca liralık kayıplara uğratmakla kalmayarak, sendikacılığı zayıflatmak amacını da gütmedi mi?
Artık, basit ve kaba anlatımlarla da olsa, bazı gerçekleri gözler önüne sermek ve yanlışların düzeltilmesini istemek zamanı gelmiştir.
Bu, yanlışların kurbanlarından çok, yanlışlar düzeltilmezse çöküntünün altında kalacak olanların yararınadır.
Paylaş