Paylaş
CUMHURİYETLERİ numaralamak bir Fransız geleneğidir.
Onlarda beş tane var.
1789 İhtilali'nden az sonra ilan edilip birkaç yıl süren birincisi.
1848 İhtilali'yle kurulan ikincisi.
Üçüncü Napoleon İmparatorluğu'nun yıkılışıyla gelen üçüncüsü.
İkinci Dünya Savaşı sonrasının dördüncüsü.
1958'de General de Gaulle'ün kurduğu beşincisi.
Türkiye'de de 1961 Anayasası yapılırken ‘‘İkinci Cumhuriyet’’ sözü ortaya atılmış, ancak cumhuriyetin sürekliliği ileri sürülerek bundan vazgeçilmişti. O Anayasa'nın özgürlükçü niteliği ve İkinci Cumhuriyetçiler'in bireysel özgürlük sözünü dillerinden düşürmedikleri düşünülürse, onların asıl benimsemeleri gereken belge 1961 Anayasası olmalıydı. Ama, sonucu ilerici de olsa, her asker etkisine karşı duydukları alerji buna engel olur.
Zaten, Fransa'daki bütün ‘‘cumhuriyetçilikler’’ ile bizdeki İkinci Cumhuriyetçilik arasındaki önemli farklardan biri, oradakilerin her fırsatta 1789 İhtilali'yle gelen ilkelerden söz etmelerine karşılık, bizimkilerin ‘‘devrim’’den, yalnız olgu olarak değil, kavram olarak da öcü görmüş gibi kaçmalarıdır.
Bu noktadan kalkarak, Fransa'yla karşılaştırıldığında bizdeki İkinci Cumhuriyetçiler'de göze çarpan önemli bir eksiklikten söz etmek gerekir: Bizimkilerde ulusalcılığa karşı bilinç altından sık sık yüzeye çıkan kompleksli bir tepki oluşmuştur. Oysa, Almanya'yla birlikte bugünkü Avrupa bütünleşmesine önayak olan, dolayısıyla ulus kavramını çoktan terk etmiş olacağı sanılan Fransa'da hiç böyle değil. Ulusal çıkarına ve onuruna sahip çıkma duygusu orada hálá güçlü. En çok da cumhuriyetçiliğin her türünde.
Bizimkiler ise, Güneydoğu konusunda olduğu gibi, etnik farklılığı reddeden Kemalist ulusçuluğa karşı dıştaki yaklaşımlarla neredeyse cephe birliği yapmaya kadar varan ve kendilerini karanlık flörtlerin kıyısına iten bir kompleksle davranmaktalar.
Ege ve Kıbrıs konularında da öyle.
Ulusal çıkarları gözetme bakımından Avrupa Birliği ile girişilen tartışmalarda da.
IMF ve Dünya Bankası karşısında da.
Öyle ki, zaman zaman, karşıdakilerden mi, yoksa kendi halklarından mı yana olduklarını saptamakta güçlük çekersiniz.
Bu tutumların hiçbiri 1920'lerin Anadolu İhtilali sonrasında doğan cumhuriyetin kuruluş felsefesi ve temel yönelişleriyle bağdaşmaz. Onun içindir ki, son yıllar boyunca yaşanan bazı durumlarda hayretle görüldüğü gibi, Türkiye'nin İkinci Cumhuriyetçileri, özgürlük ve demokrasi adına şeriatçılarla işbirliği çizgisine düşerek, bırakın Türkiye'yi, dünyanın hiçbir ülkesindeki cumhuriyetçilikle bağdaşmayacak bir görüntüye rahatlıkla bürünebilirler. ‘‘Nereleri cumhuriyetçi?’’ diye kendi kendinize sorarsınız, şaşarak.
Paylaş