Paylaş
Eskiden, çalışma saatlerinden sonra, gökdelenlerin ve büyük mağazaların girişlerinde rastlanırdı onlara. Bazen, güpegündüz, caddelerin kuytularında da görülürlerdi: Katlanmış mukavva kutuların üstüne kıvrılıp yatan saçı sakalı birbirine karışmış erkekler, hırpani kılıklı kadınlar. Küçük çıkınlarıyla.
Bazen, kalitesizin kalitesizi şaraplardan bir şişe olurdu yanlarında.
Bir de, önlerinde ‘‘İşsizim, Vietnam muharibiyim, açım!’’ anlamına gelen dilenme yazısı ve kartonlar üzerine gelip geçenlerin attığı birkaç metelik.
Evsizler.
New York'un ya da büyük Amerikan kentlerinin vazgeçilmez görüntüleri.
Şimdi hiçbiri yok meydanda.
İş bulma olanakları ve refah düzeyi o kadar da mı düzeldi?
Amerika birdenbire gerçek bir sosyal devlet mi oldu?
Hayır.
Clinton dönemlerinin bütün sosyal adaletçi politikalarına karşın, bu alanda Batı Avrupa toplumlarına yetişebilmek için bile Amerika'nın daha kırk fırın ekmek yemesi gerekiyor. Hatta, çarpık küreselleşmenin dünyadaki genel etkilerine benzer biçimde, oradaki uçlar bakımından, çok zenginlerin çok daha zenginleştiği, çok yoksulların da çok daha yoksullaştığı söylenebilir.
Ama, İstanbul'un Kuledibi yahut Ortaköy semtlerinde olanlara benzer bir olay büyük Amerikan kentlerinde de oluyor: Hızlı gelişmenin iş merkezlerinden başka bina bırakmadığı ya da başıbozukluğun söndürüp bir kenara ittiği semtler yeniden itibar kazanmaya, varlıklı ya da entel kesimlerin dönmek istediği kent köşeleri olmaya başladı. Amerikan metropollerinin çalışma saatleri dışında ıssızlaşan ve hatta tehlikeli hale gelen semtler, yavaş yavaş oturulan ve geceleri de yaşanan yerler oluyor. Yeni sakinler, artık kapı önlerine kıvrılıp çevreyi kirleten, en azından gözü rahatsız eden evsizleri istemiyorlar.
Belediye başkanları da gerekeni yapmakta gecikmiyor. Bu konuda en insaflı davranan ve isteyenlere barınak sağlayan New York Belediye Başkanı Rudolph W. Guiliani bile hepsini toparlayıp bir yerlere postalama çabası içinde. ‘‘Gündüz çalışmayanı toplu barınağa almam!’’ diyor.
‘‘Serseri’’lere karşı daha da sert politikalar uygulanan California gibi yerler de var: Hepsinin toplanıp Hayırsız Ada'ya köpek atarcasına bir yerlere bırakıldığı, evsizlerin 75 dolar gibi ödenemeyecek ağırlıkta para cezalarına çarpıldığı, dilencilerin hapse tıkıldığı yerler.
Bunlar, son yılların sloganı olan ‘‘kaliteli yaşam’’ adına yapılıyor.
Bütün toplum için gerçekten nitelikli yaşamın ancak tam çalışma ve sosyal adalete dayalı bir ekonomik ve sosyal düzenle sağlanabileceği unutularak.
Türkiye'de de öyle değil mi? Yatırımsızlığın, işsizliğin ve güvencesizliğin kol gezdiği bir toplumda, bir çeşit ‘‘sosyal sigorta’’ olarak daire ve şirket koridorlarını dolduran odacı ve çaycı çokluğundan yakınmaya ne hakkımız var?
Dengeli bir ‘‘nitelikli yaşam’’ için gerekenleri yapmadan?
Paylaş