Mümtaz Soysal: Erkaya'lar olmasaydı

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

DÜN toprağa verilen Amiral Erkaya'yla ilgili olarak koparılan şamata konusunda söylenecek olanlar, içki ve namaz hikáyelerine ilişkin saçmalıklarla sınırlı kalamaz. O konuda söylenecek çok daha ciddi ve önemli şeyler var.

Takkeli ve takkesiz bütün liboşlara.

Önce şu soru: 28 Şubat olmasaydı, ne olurdu?

Daha doğrusu, laik cumhuriyet düşmanlığı sonuna kadar götürülse ve Türkiye şeriatla yönetilen bir ülkeye dönüşseydi? Daha korkuncu, şeriatla yönetilen Arap ülkelerinin hemen hepsinde ve son yıllarda Türk toplumunun bazı kesimlerinde daha sık görüldüğü gibi, gönülleri yalnız şeriatla değil, aynı zamanda para ve servet aşkıyla dolu insanlar ülkeyi yönetmeye başlasalardı? Bir yandan halk yığınlarını hurafelerle uyuturken, bir yandan da ‘‘gavur’’ şirketleriyle işbirliği yapsalardı? Ülkenin çıkarlarına ve geleceğine değil, başkalarının bölge çıkarlarına ve küresel hesaplarına hizmet etselerdi?

Bilmelidirler ki, gözü arkada giden Amiral, son günlerine kadar Boğaz geçişlerinin düzenlenmesinden öteye, Yunanlılar'la kurulan bir ortak forumda Türkiye'nin Ege ve Kıbrıs politikaları başarıya ulaşsın diye uğraşmaktaydı.

Hem de, Kardak gerginliği yine yaşanmasın ve iki ülkenin genç insanları boşu boşuna telef olmasınlar diye, en barışçı ve uzlaşmacı yolları deneyerek.

Ama, aynı Amiral Güven, binlerce ada sayesinde Ege'de izleme ve komuta ağını tamamlamış olan Yunanistan karşısında Türkiye'nin ileri bir elektronik sistem kurması üzerinde en çok duranlardandı. Unutmamak gerekir ki, laiklik ilkesinde ısrarlı davrananlar, başlangıçtan beri bağımsızlık konusunda da aynı ısrarı gösterenlerdir. Mustafa Kemal ve onun ordusuyla cumhuriyeti olmasaydı, bu topraklar üzerinde bırakın dinci siyaset yapmak, ezan sesi duymak bile mümkün olmazdı.

Bu konuya girince, ülke yönetiminde asker-sivil ilişkisine girmeden olmaz.

Dikkat etmişseniz, bu konuda takkeli takkesiz bütün liboşlar Avrupalı kesilir. Çünkü Avrupa, AB ve Strasbourg olarak, Türk siyasal sisteminde asker etkisinden yakınır. Soyut ilkelerle yola çıktığı ve bu etkinin nereden kaynaklandığını, neden sürdüğünü bilmediği için.

‘‘Yarısı Amerikan, yarısı da Sovyet ordularınca kurtarılmış bir Avrupa yedi düvele karşı Anadolu'yu kurtarıp cumhuriyeti kuran ve sonra da sahiplenen bir ordunun rolünden ne anlar?’’ diyerek kızabilirsiniz. Ama, kızmadan, sabırla anlatmak gerekir ki, kendine özgü bir yaklaşımla, Türkiye'ye özgü kurumlar aracılığıyla sürdürülen ve Kopenhag kriterleriyle çatışmayan bir etki söz konusudur. Kriterlerin istediği, ‘‘işleyen bir demokrasi’’dir; Türk demokrasisinin şeriatçılığa ve bölücülüğe boğulmadan işleyişinde ise, ordunun cumhuriyeti sahiplenişi büyük önem taşır; 12 Mart'lı ve 12 Eylül'lü bir yakın geçmişte vahim hataları ve ciddi hedef şaşmaları olsa da.

Sahiplenişi asıl üstlenmesi beklenen siyasal kadroların hataları daha vahim, şaşkınlıkları daha şaşırtıcı, hele kirli çıkarlarla ve cumhuriyet düşmanı tarikatlarla flörtleri demokrasi açısından çok daha tehlikeli olmuştur.

Yazarın Tüm Yazıları