Paylaş
Şu satırları dikkatle okumak gerekiyor:
‘‘Türkiye, büyük bir ülke. Toprağıyla. Nüfusuyla. Tarihiyle. Hatta, atılımı ancak yakın bir geçmişe uzanan, ama hızla gelişen ekonomisiyle... Dolayısıyla, bütün yönleriyle, Türkiye Avrupa için önemli; Avrupa da Türkiye için... İkisinin birbirlerine özenli bir sempatiyle bakmaları ve yakınlaşmak istemeleri kadar doğal bir şey olamaz. Ama, buna karşılık, birinin öbürüyle bütünleştiği, birbirlerinin parçası durumuna geldikleri bir tek varlık içinde erimeli midirler? Eriyebilirler mi? Helsinki'de Türkiye için tam üyelik yolu açıldığı günden başlayarak, önümüzde yanıtlanmak üzere duran soru budur...’’
‘‘Doğrusu, sorun olan, Türkiye değil, Avrupa. Türkiye'nin ne olduğu biliniyor. Avrupa'nın ne olduğu ise biliniyor sanılmaktaydı; ama, artık bilinmiyor. Karolenj hanedanının topraklarıyla sınırlı bir mekánda eski Fransız-Alman düşmanlığını aşmak için bir gümrük ulusunun kurulduğu günler artık unutuldu. Sovyet totaliterliğine köle olmuş Avrupa'ya karşı özgürlüğün Avrupa'sını dikme günleri de. Ama, Avrupa'yı bir tek kıtanın kalıbına dökme günleri de geçmiş sayılır; çünkü, Türkiye'ye kapı açılırken, Rusya ve Ukrayna'ya kapatılıyor. Avrupa'nın sınırları, belli bir iradenin ve özgürlüğün sınırları olmaktan çıktığı gibi, artık coğrafyanın da sınırları değil. Vücudu durmadan genişleyen, ama bundan böyle kafası olup olmadığı pek bilinmeyen acayip bir yaratıktır Avrupa...’’
‘‘Avrupa'nın bir anlamı vardı; onu kaybetti, henüz bir anlam bulmuş da değil. Üyelerinin sayısı çoğaldıkça, bir araya gelenler niçin bir arada olduklarını daha az bilir oluyor... Türkiye'nin durumu, Avrupa'nın kendi kimlik sorununu gündeme getiriyor; ama, bu soruna bir yanıt getireceği de umulamaz.’’
Bunlar, bir Avrupalı diplomatın yazısından alınan tümceler.
Açıkça görülüyor ki, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üyelik konusu, Türklerden çok Avrupalıların kafasını karıştırmaktadır.
Bir Ulusal Egemenlik Bayramı'nda, Avrupa'ya tam üyeliğin, bir gün gerçekleşirse, bu halkın ve bu devletin egemenliği açısından ne anlama geleceğini düşünürken, diplomatın sözlerine aklınızı takmadan durabilir misiniz?
Hep birlikte kendi kendimize sormamız gereken soru şudur: Girerken, bizi en yakından bilenlerin ve anlayanların bile kafalarını karıştırdığımız ve zihinlerinde duraksamalar yarattığımız bir yerin kapısını bu kadar ısrarla çalmanın anlamı nedir? Kimileri açıkça ‘‘Olmaz!’’ derken, kimileri yine olumsuz düşündükleri halde giriş bedeli olarak kendilerine bir yığın ödün vermemizi isterken ve kimileri de en azından böylesine ikircikli sözler ederken, bunca dil dökmenin, ta uzaklardan fark edilen teşnelik gösterilerinde bulunmanın kime yararı olacaktır?
Onlara mı? Bu ülkenin halkına mı? Yoksa, anlamı, kapsamı ve ulusal bedeli halka anlatılmamış bir konuyu iç politikada fiyaka konusu yapmış ve yapmakta olanlara mı?
Paylaş