Paylaş
SON DSP Kurultayı, o ‘‘parti’’nin durumunu içten ve yakından görenlerce çoktandır bilineni bu kez olanca saydamlığıyla bütün toplumun gözleri önüne serdi. Bu olgu, son ayların CHP'sindeki gidişle yan yana konduğunda ortaya çıkan durum ilk bakışta hayli açıktır: Solun iki büyük partisi, iç yapıları bakımından, ülkenin sağ partilerinde bile rastlanmayan ölçüde antidemokratik şeflik uygulamalarına sahne olmaktadırlar.
CHP'de süren istifa furyası ve kurultay sonrasının DSP'sinde dün görülmeye başlanan çözülme, hiç kuşkusuz, her şeyden çok bu duruma bir tepkidir.
Ama, sorun bundan ibaret değil.
Antidemokratik yönetimler, değişim ya da yenilenme yollarını tıkamakla ve sonuçta üyelerin partiye bağlılıklarını yok etmekle kalmıyor; şeflerin ülke sorunlarını yorumlayışları partinin genel düşüncesiymiş gibi herkese kabul ettirilip örgütte değişik bir ortak aklın oluşması da engelleniyor.
‘‘Ricky Martin show’’lu CHP kurultaylarından sonra şimdi de son DSP kurultayındaki görüntüye bakın: Yerel yöneticileriyle, delegeleriyle, milletvekilleriyle binlerce insanın, büyük kitle toplantılarının büyülenişine kapılıp kendi liderlerini çılgınca alkışlayışını doğal karşılasanız bile, bu büyülenişin parti politikalarındaki temel yanlışlar karşısında tepkisizliğe varmasını doğal sayabilir misiniz? ‘‘Sosyal demokrat’’ ya da ‘‘demokratik sol’’ olma iddialarını taşıyan partilerin, Türkiye gibi bir ülkede, Özalcı politikaları paylaşmaları ve IMF reçetelerini itirazsız benimsemeleri aklın alacağı bir tutum mudur? Ekonomideki sorunların sanki özünü oluşturuyormuş gibi sadece yolsuzluklara ve ‘‘hortumlama’’lara karşı çıkmak yeterli midir? Aslında son derece değerli birer ulusal gelir kaynağı olan Telekom'un ve THY'nin yabancılara satışını, örneğin bankalar düzenindeki iyileştirmeyle bir tutup ‘‘yapısal reform’’ saymak büyük bir çarpıtma değildir de nedir? Bunun neresi yapısal reform? Derviş'in ‘‘Satış olmazsa program batar, para gelmez’’ yorumuna teslim olup dış santaja boyun eğmek hangi solculuğa sığar?
Kısacası, liderlerin teslimiyetçiliği antidemokratik yönetimle birleşince, Türkiye'nin solunda şaşırtıcı bir genel körlük ve düşünce kısırlığı doğmuştur.
Dolayısıyla, partilerdeki antidemokratik tutumların yarattığı yeni oluşum gereksinimi karşılanırken sorunun ideolojik boyutu göz önüne alınmazsa, büyük yanlışlara düşmek işten değildir. Yeni oluşum, sadece eski küskünlükler ve dışlanışlar üzerine kurulamaz. Önemli olan, bu gereksinimin soldaki ideolojik boşluğu, hatta yanılgıyı giderecek radikal bir yeni atılıma dönüştürülmesidir.
Derviş'le yapılmak istenen, Türkiye'yi son yirmi yılın ekonomik gelişme modeline yeniden teslim etmekten farksızdır. Oysa, dıştan dayatılmış modeller yüzünden gelir dağılımı daha da bozularak sınıflar ve bölgeler arası eşitsizlikleri artan, serbest piyasa ekonomisinin başıboşluğunda bocalayan, emeği sömürülen, işsizliğe ve yoksulluğa mahkûm edilen bir toplumu cumhuriyetin ilk yıllarındaki yön duygusuna yeniden kavuşturarak özlediği yaşam düzeyine yükseltmek artık Türk solu için kaçınılmaz bir ulusal ödev olmuştur.
Paylaş