Paylaş
İNGİLTERE'de günlük gazeteler pazar günü çıkmaz; onların yerine ‘‘pazar basını’’ denen gazeteler yayınlanır. Yarım milyon tirajlı ‘‘The Observer’’, bunların en nitelikli olanıdır; 1791'den beri çıkan saygın bir gazete.
29 Nisan günlü The Observer'de Gregory Palast imzasıyla yayınlanan ‘‘Lanetlenişe Doğru Dört IMF Adımı’’ başlıklı haber son ayların Türkiye'sinde yaşananları daha da anlamlı kılıyor.
Haber, iki yıl öncesine kadar Dünya Bankası'nın ‘‘baş ekonomist’’i olan Joseph Stiglitz'le yapılmış bir dizi söyleşiye ve IMF'den sızmış bazı gizli raporlara dayanmakta. Stiglitz, yalnız bu sıfatıyla değil, Ekonomik Danışma Kurulu başkanı olarak Clinton kabinesinde bulunmuş olmasıyla da yabana atılacak biri değil. Ama, Palast onu biraz casus romanları yazarı John Le Carre'nin Soğuk Savaş tiplerine benzetiyor: Bir süre belli bir ideolojiye hizmet edip de sonra pişmanlık getirerek itiraflarda bulunan bir kişi.
* * *
Bir anlama ‘‘yeni dünya düzeni’’nin mimarlarından sayılan Stiglitz, IMF ve Dünya Bankası'nca yoksul uluslar için hazırlanan her ‘‘yardım stratejisi’’nin, söz konusu ülke ekonomisi üstünkörü incelendikten sonra, para istemeye gelmiş bir maliye ya da ekonomi bakanının önüne ‘‘dilerseniz imzalayın’’ diye konan dört aşamalı bir ‘‘yeniden yapılanma anlaşması’’ndan oluştuğunu söylüyor.
Birinci aşama, özelleştirmedir. Siglitz, ‘‘Bazı politikacıların, buna itiraz etmek yerine, satış bedelini düşürmek için alabilecekleri komisyonları düşünerek gözlerinin ışıldadığını gördük’’ diyor. Bunun böyle olduğunu Dünya Bankası'nda yüzde 51 hissesi olan Amerikan hükümeti de bilirmiş. ‘‘En büyük’’ sayılan 1995 Rusya özelleştirmelerinde, ABD Hazinesi, ‘‘Yolsuzluklar bizi ilgilendirmez; yeter ki Yeltsin yeniden seçilsin’’ demiş.
İkinci adım, sermaye piyasasının liberalleşmesi. Amaç, kuramsal olarak, yatırım sermayesinin giriş çıkışını serbestleştirmek olsa da, gelen para en ufak esintide hızla kaçıyormuş, bu yüzden hazine boşalıp kredi faizleri yükseliyor ve sanayi üretimi düşüyormuş, ne gam! Bu, öngörülen bir sonuçmuş.
* * *
Üçüncü adım daha da gaddarca: Gıda, elektrik, su, petrol, tüp gazı gibi temel gereksinim ve hizmet maddeleri fiyatlarında desteklerin kaldırılıp ‘‘piyasa fiyatlandırılması’’na gidilmesi; bu yüzden geçimin zorlaşması ve Endonezya'da, Ekvador'da, Bolivya'da, Brezilya'da görülen türden halk ayaklanmaları, polis panzerleriyle dağıtılan gösteriler, felç olmuş ekonomi. Bu aşama, huzurun ve sermayenin yangın yerine dönen ülkeden kaçtığı, iflasların çoğaldığı bir ortamda yerli işletme ve şirketlerin ‘‘yangın sonrası’’ kelepir fiyatlarla fırsatçı yabancılarca satın alındığı aşamadır.
Dördüncü aşama, mecalsiz kalan ülkenin, Dünya Ticaret Örgütü ve Dünya Bankası kurallarına göre Amerikan ve Avrupa malları önünde ‘‘serbest ticaret’’e açılmasıdır. Tiglitz, ‘‘ondokuzuncu yüzyılın Afyon Savaşları ile Çin kapılarının açılması gibi’’ diyor. Ona göre, sonuç büyük bir fiyaskodur.
Bunları görmeye ve böyle düşünmeye başladığı için, iki yıl önce işine son verilmiş. Ama, Dünya Bankası'nın başka türden ekonomistleri de var; aynı başarısız politikaları uygulamak için koşuşan. Hem de kendi ülkelerinde.
Paylaş