Paylaş
BUGÜN 77. yaşı kutlanan bir cumhuriyetin, böyle bir coğrafyada ve bunca akım ortasında bu kadar uzun ömürlü olabilmesi dışta ve içte merak konusudur. Genellikle varılan sonuç, devletin temelindeki harcın sağlam ilkelerden oluşmuş olmasıdır.
Ama, hem o ilkelerin ortaya konmasında, hem de kurulan devletin yapısında tek bir adamın olağanüstü rolü inkár edilemez: Cumhuriyet ile Mustafa Kemal Atatürk'ün bu ölçüde bütünleşmiş olması, her yıldönümünde onun kişiliğini yeniden gündeme getirir ve insan, ister istemez, o kişilik ile bugünkü devlet sahnesinde görünen kişiler arasında karşılaştırma yapmaktan kendini alamaz.
Çoğu zaman, içte ve dışta, ‘‘Atatürk diktatördü’’ deniyor ya, şimdi gelin de Yusuf Hikmet Bayur'un yakından görerek, yaşayarak ve bilerek yazdığı bazı satırlardan sonra bugün ‘‘demokrat’’ geçinen kişiler konusunda hükmü siz verin. Çok partili dönemin fırtınalarına sürüklenmeden önce, Milli Mücadele boyunca ve cumhuriyetin ilk yıllarında önemli dış görevler ve kamu hizmetleri yüklenmiş olan Bayur, 1963'te yayınladığı ve ancak Samsun'a kadarki olayları içine alan ‘‘Atatürk: Hayatı ve Eseri’’ adlı kitabın sonlarına şu notları eklemiş: ‘‘Gerçek dáhi, eğer davasını içtenlikle benimsemişse, diktatör olmaya muhtaç değildir; çünkü bir dáhi doğru yolu göstermek ve onun doğruluğuna inandırmak gücünü kendinde görmeli ve bulmalıdır. Atatürk'ün yanında bulunmuş ve çalışmış olanlar, aylar ve yıllar boyunca onunla tartıştıktan sonra, sonuçta onun düşüncelerinin daima yerinde ve yararlı olduğunu göre göre onun en isabetli yolu seçeceğine o derece inanmışlardır ki, her şeyde ona uymayı gerekli bilmişlerdir. Dolayısıyla, eğer Atatürk'e diktatör denecekse, bu onun üstün görüş ve anlayışına olan inançtan doğan uysallığın doğurduğu diktatörlük sayılmalıdır. Olayların daima kendisini haklı çıkarmasından ona karşı doğmuş olan güvene, onun pek büyük olan inandırma kuvvet ve kabiliyetinin de yanındakiler üzerindeki etkisini eklemek gerekir.’’
Ama, Hikmet Bayur, cumhuriyeti kuran kişinin ‘‘diktatör’’lüğünü bir noktada kabul eder: ‘‘Atatürk yalnız bir konuda genel serbest tartışmaya izin vermemiştir. O da dinin riyakárane sömürülmesi konusudur. Bir tedbirin yurt ve ulusun yarar veya zararına olduğu konusu üzerinde tartışılırken, herhangi bir kimse veya parti bunu bilim, siyasa, hukuk vesaire bakımdan inceleyeceğine, o yönleri bırakıp halka açıkça veya elaltından ‘Bu yapılırsa cehennemde cayır cayır yanarsın' cinsinden telkinlerde bulunursa, bu gibilerle akıl ve mantık yolundan gidip tartışarak hak kazanmak doğal olarak kabil olamazdı. Buna göz yumunca da, Türkiye devletini Osmanlı'nın uğradığı yıkımdan kurtarmanın imkánı kalmazdı...’’
Görülüyor ki, Atatürk’ün içinde bulunduğu ve bir bakıma ‘‘diktatörlük-demokratlık’’ ve ‘‘laiklik-dincilik’’ diye özetlenebilecek ikilemler ile bugünün ikilemleri arasında pek büyük fark yok.
‘‘Cumhuriyetle Mustafa Kemal birlikte yaşıyorlar’’ demek yanlış mı olur?
Paylaş